Hayat güzeldir!
Corona tüm dünyaya savaş açtı ve herkesi dize getirdi ironicamente (ironik bir şekilde): tek başına, silahsız ve göze görünmeyerek.
“Koskoca dünyaya sığamadınız, birbirinize karışmayın, oturun oturduğunuz yerde huzurla, paylaşın, yardımlaşın, sevin birbirinizi” dercesine III. Dünya Savaşını başlattı.
Ve bunun en ağır bedelini, I. ve II. Dünya Savaşından derslerini almış, kendi ülkesine sığıp mutlu mesut yaşayan, kimseye bulaşmayan ve herkese kucak açan İtalya’ya bulaşarak İtalyan halkına ödetiyor.
Bütün gün gazetelerden, televizyonlardan, sosyal medyadan gelen haberlerle, önerilerle kafamız karışıyor, hiçbir günün sonunda net bilgilerle günü bitirdiğimizi hissetmiyoruz.
Gece yatmadan önce son bir kez İtalyan gazetelerine bakıyorum. Her günün dökümünü gerçek sayılarla bölge bazında, harita üzerinde göstererek yayınlıyorlar. Hayatını kaybeen doktorların sayısı güncelleniyor, hastalananların, iyileşenlerin ve ölenlerin sayılarındaki yüzde artış veriliyor.
Dünya haritası üzerinde her bir noktada kaç hasta ve ölüm olduğunu da görebiliyorum o gazetelerden.
Ama tabii ki onlara gelen bilgilere göre güncellenmiş sayılarla!
Bizim bildiklerimiz ise yanıltıcı. Örneğin, emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın koronavirüsten hayatını kaybettiği ve gizlice kısıtlı tören yapılarak defnedildiği gün Türkiye’deki ölü sayısı üç olarak verilmişti dünya haritası üzerinde. Diğer ikisi, ilk görülen vaka ve onun yakını o zaman!
Biz zaten Aytaç Yalman’ın vefat ettiğini gecikmeli olarak gazetede okuduk, hiç görmedik televizyonda.
Kaçla çarpmalıyız demeye dilim varmıyor ama kaç eklemeliyiz acaba bize verilen sayılara?
Yaşadıkları durumun surreale (gerçeküstü) olduğunu ve bunun arkasından güzel günlerin gelmesini umduklarını söyleyen, bizdeki durumu soran İtalyan arkadaşlarıma ‘daha başındayız, evdeyiz’ gibi yuvarlak laflar edip sayı veremiyorum. Bizde medyanın pek trasparente (şeffaf) olmadığını söylüyorum ama onlar biliyor zaten opaco (opak) bir ülkede yaşadığımızı.
Bu sıkıntılı dönemin ne zaman, ne sonuçlarla biteceğini bilebilsek birazcık daha rahat ve sabırlı olurduk. Belirsizlik insanı çok geriyor. Ama biz elimizden geldiğince iyi geçirmeye gayret edelim bu dönemi.
Çoğunuzun izlemiş olduğuna emin olduğum ama izlemeyenlere definitamente (kesinlikle) önereceğim bir film La vita è bella. 1997 yapımı filmin yönetmeni ve başrol oyuncusu Roberto Benigni, II. Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarından oğlunu korumak için bu süreci bir oyuna çeviren Yahudi bir babayı canlandırıyor.
İlk ofisime gelen eski öğrencilerim ve özellikle çocukken bilgisayar dersine gelmiş olup bugün kendi çocukları ile ziyaretime gelenler hatırlayacaktır, bilgisayar masamızın hemen üzerinde dev bir La vita è bella film posteri asılıydı. Posteri sinema çıkışında rica ederek, tamam itiraf ediyorum, yalvararak almıştım görevlilerden.
Filmde beni en çok etkileyen sahnelerden birini paylaşmak istedim. Annesine hediye almak için vitrininde Yahudilerin ve köpeklerin girmesi yasak yazısının asılı olduğu bir dükkana girmek isteyen oğluna açıklamalar yapıyor baba.
Bu durumu sıradanmış gibi göstermek için ilerideki ferramenta (hırdavatçı) vitrininde İspanyolların ve atların girmesinin yasak olduğunu bildiren bir ilan olduğunu, önceki gün farmacista (eczane) önüne kangurusuyla gelen arkadaşına kanguruların girmesinin yasak olduğunu söyleyip içeri almadıklarını söylüyor.
Bu filmi bir Pazar günü önermek vardı aklımda ama şimdi tam sırası, zaten bize her gün Pazar!
Internet’te zorla buldum, filmin tamamı için bağlantı: