Aromi e sapori, colori e melodie dal settembre

Eylül’den kokular ve tatlar, renkler ve ezgiler!

Çamlıyayla tefrikamızın son yazısı hazır, siz de un giro autunnale (bir sonbahar turu) yapmaya hazırsanız şu sandalyeye oturup mis gibi çiçek kokusunu içinize çekmeye başlayın. Portakal çiçeği gibi güzel kokan bu çiçeğin adını bilmiyorum. Bir sırığa dolanıp uzamış da uzamış. Sandalye daha net görünsün diye önce kırptım fotoğrafı ama çiçeği de kırpmış oldum biraz ve bu güzel panjurlara kıyamadım, bu yüzden fotoğrafı olduğu gibi ekliyorum. Arka planda Yansımalar’ın dingin müziği, kendi adlarını verdikleri albüm ve ilk parçamız Eylül Sonu.

Kahveniz nasıl olsun bu arada?

Bu yazıma Eylül çiçekleri ile başlıyorum. Latince adını bilmem, biz Eylül çiçeği derdik. Bizim yayla evimizin panjurlarının altında da bu çiçeklerden vardı. Eylül ayında, tam biz şehre dönmek üzere açarlardı ve onları geride bırakacak olmak bizi üzerdi. Döneceğimiz gün deste deste toplar, saplarını ıslak bezlere sarıp götürürdük. Üst köşede ise bir çiçek görünümüne bürünmüş dikenli bir bitki var. Zamanında anneannem bir tenis maçı izlerken, bir oyuncuya bakıp zenci ama güzel demişti. Torunlarının diline yerleşip tam uyduğu her ortamda kullandıkları efsane ifadeyle dikenli ama güzel bir bitki bu da. Şarkımız, Amedeo Minghi’nin 2000 yılında çıkan Anita albümünden Piccola Spina (küçük diken)!

Hani sofradaki tabakta tek bir zeytin, salatalık, domates veya bir dilim peynir kalır da kimse onu almaz ya, ben de bir gece dolapta kalmış ve kimsenin kendine dokunmayacağından emin olan tek inciri gizlice mideye indirip yattım. Devamı olsa üç beş tane daha yerdim kesin, öyle severim. Sabah gözümü açınca bir de ne göreyim, dalda tek başına bir incir! Fena bir coincidenza (tesadüf) oldu, hemen tedarik zincirimi devreye sokup incir tedarik ettim ve incirli bir kahvaltı yaptım. Şarkımız Jaz Clemente’den Figs idi. Bu arada bakıyorum da Chardonnay’ler olmuş, artık selelere dolsun ve üzümseverlere dağıtılsın. Şu iki salkım birbirine baka baka kararmadan elinizi çabuk tutun ama! İtalyan rap şarkıcısı Biondo’dan Chardonnay ile neşelendik üzümlerin geldiği gün.

İki hafta sonra gelen fotoğrafta incirin yerinde bu narin farfalla (kelebek) vardı artık. Sanırım biri benim gibi gizlice yuttu inciri. Kısacık ömrünü bizim sevdiğimiz incirle besleyen kelebeğin incir yaprağındaki valsini izlerken Cihat Aşkın’ın Türk Valsleri albümünden Kelebek’i dinledik. Aslolanın kısacık da olsa zarafetle, nezaketle, kimseyi incitmeden, çevreye renk, neşe ve mutluluk saçarak yaşanan bir hayat olduğunun doğadaki en güzel örneklerindendir kelebek.

Her gün farklı bir renk sloganıyla başlayan hafta, ilk fotoğraftaki beyaz çiçeklerle başlayıp artık köylü pazarında satılmaya başlanan armut ve erikle devam etti. In una grande ciotola (koca bir kâseye) doldurulmuş bunlar, reçel ve marmelat yapımına başlanmış anlaşılan. Güneş ışığında parıldayan meyvelerin altına sarı ve kırmızı diyebilir miyiz yazmış Perihan. Demesek dedim, biz ezelden Fenerbahçeliyiz ve bu iki rengin birlikte telaffuz edilmesine tahammül edemeyiz. Sarı kanarya moduna geçip derhal sarı lacivertli bir fotoğraf beklediğimi söyledim. Cevap, ver bakalım gazı!

Köşedeki elma fotoğrafı Pembe Oda yazımdan sonra pembe odaya gelsin notuyla düştü telefonuma. Yalnız ucuz atlatmışım, iyi ki o üç elmadan biri o zaman düşmüş başıma! Bu üçüncü ve son elma bir azman olmuş görmeyeli. Kimin başına düşecekse Eureka diye bağırır bence, oracıkta bayılmazsa tabii. Ben elmadan kaçıyorum, elma pembe odaya gelsinmiş. Yalnız bu düşerse başıma kırmızı odalık olurum kesin!

Bu taş gibi kocaman elma için Mustafa Taş’ten bir türkü seçtim, Elmanın İrisine. Girişi Erik Dalı’nı çağrıştıran ve devamında benzer ezgiler olan bu türkü için Uruguaylı damat ve flamenko hocası nasıl koreografi yapardı diye merak ettik.

Narlar sözcüklerin bereketli olsun notuyla geldi, kim kime gaz veriyor anlamadım. O sabah Ye Vagabonds’dan Pomegranate’i dinledik. Şarkılarında di solito (genellikle) büyüdükleri kasabadan esintiler olan İrlandalı kardeşlerin şarkısı bu fotoğrafa çok uydu. Ayvaların fotoğrafı geldiğinde İrlanda kırsalından Karadeniz’e gittik ve horon tepmeye başladık. İsmail Türüt “Yaylalarda gün görmemiş kar mısın, meyvelerden ayva mısın nar mısın?” diye sorduğunda kafam çok karıştı, bayağı bir düşünmek zorunda kaldım, hepsinden birazım çünkü. Şöyle bir cevap verdim sonunda: Ayvayı yemiş, gün görmemiş bir nar! Evet, ben tam olarak buyum.

Bir evin bahçesinden sabah çekilen bu fotoğrafın çok benzeri de bende var. Bunlar herhalde bahçede yapılan bir kutlama sonrasında akşamdan kalma balonlar. Balonların bağlı olduğu sandalyeler ve benim perdem arasındaki paralelliğe attenzione per favore (dikkat lütfen), bence bir kolaj harikası oldu bu!

Benim balonlarım ise üç yıl önce, üç tatlı delikanlının Sevgililer Gününde derse gelirken getirdiği sevgi sürprizleri. Bizde akşam yeni başlıyor. Bu kolajı o zaman yapmıştım. Şimdi üniversitede bu ragazzi romantici (romantik gençler), nasıl özlüyorum o balonlu, güllü, kurabiyeli sevgi ayinlerimizi anlatamam!

O zaman İbo’nun Benim Balonlarım Vardı şarkısını dinlemenin tam zamanı! Anch’io avevo dei palloncini (benim de balonlarım vardı), onları kimler aldı?

Gitti mi yoksa yine gelir mi o günler, nerede kaldı masallar sevgiler ümitler?

Bir sabah aynanın karşısında, neredeyse kendimi tanımayarak sefil bir bakışla oh papatya, yüzümün haline bak diye mırıldanırken papatya fotoğrafı geldi. Le margherite (papatyalar) kurumuş aslında, bunlar direnen son birkaçıymış. Bu mağrur papatyalara imrendim doğrusu, o ne özgüven ve güç, o ne güzel direnme azmi. Biz Böyleyiz filminin müziklerine imzasını atan Nilipek’ten bir şarkı paylaştım hemen, Papatya. Ben de yedi kat yerin altından örgütlenip saçlara takılan bir papatya olsam keşke! Ya da kafamda sadece seviyor sevmiyor’dan ibaret iki sorunun olduğu, cevabı papatya falından öğrenip davranışlarımı ona göre ayarladığım bahar akıllı günlerime dönsem!

Ertesi gün, yıllara meydan okuyan ve hâlâ dimdik ayakta olan Kocaçam’ın fotoğrafları geldi. Durağa adını veren bu heybetli çamın dalları muhteşem, kökünü hayal bile edemiyorum. Dalların formunu, Uzak Doğu’da evlerin çatısındaki ejderha figürlerine benzetmiş Perihan. Balkona veya çatıya birer tane ejderha figürü koyup biz de mi korusak evlerimizi acaba!

Söz konusu böyle kim bilir kimlerden yadigâr ulu bir çam olunca, tek bir şarkıyla geçemedik. Önce alternatif rock grubu The Ringo Jets’den, Yadigâr Ejderha’yı dinleyip saygı duruşunda bulunduk. İkinci şarkımız ise Türk-Alman rock grubu Ünlü’nün Rumi albümünden Ejderha idi. Şarkıda yedi kafalı ejderha diye bahsi geçen yedi başlı ejderha, tasavvufta yedi nefs mertebesinin simgesi olarak geçiyor. Aynı zamanda 12 hayvanlı Türk takvimindeki simgelerden biri olan quest’animale (bu hayvan), değişimin yaşanacağı bir yılın habercisi. Ejderha Yılı 2024, biz Fare yılını tamamlayıp uzun bir kış yaşayacağımız Öküz Yılına gireceğiz. Al bir yılı vur ötekine!

Yalnız bir hayal kırıklığımı dile getirmek isterim yeri gelmişken. İki aydır gelmeyen meyve fotoğrafı kalmadı ama hani ejder, liçi ve starex meyveleri? Sarayda 2018 yılında verilen 30 Ağustos resepsiyonun bir benzerini bu yıl ben de 29 Ekim’de tek odalı sarayım olan ofisimde yapacağım. Ben de menüye ejder meyveli smoothie (chia tohumu eşliğinde), efuli (liçi meyvesi eşliğinde), aloe vera (starex meyvesi eşliğinde) gibi yerli ve millî yiyecekler koymuştum ama tedarik etmekte zorlanıyorum. İlkokul günlerimizin yerli malı haftası menülerine döneğim galiba: nar, ceviz, kuru incir, fındık. Nelle decorazioni (süslemelerde) şatafat yok, sadece balonlar ve bayraklar, bekliyorum!

Fotoğraf dersinde kontrast renklerden ilk kırmızı ve yeşilin anlatıldığını söyleyip işte gerçek örneği doğada demiş Perihan. Hatırladım vallahi hemen, ben de Adana’ya döndüğüm yıl gidilmedik kurs bırakmamıştım şehirde. En uzun soluklusu fotoğraf kursuydu, çok değerli hocalarımız vardı. Yalnız şimdi şu biberlere bakınca salça yapmayı bilmediğime yandım desem. Ama salça yapımı kursu vardı da ben mi gitmedim? Questa foto (bu fotoğraf) bana kıyamadığım poşetler çekmecemdeki Aromi & Sapori poşetimi hatırlattı, hani şu Roma’ya gidene toz fesleğen ve baharat ısmarlayacağım kokular ve tatlar dükkânı. Bu sabah, İranlı müzik grubu Bomrani’nin güzel pop caz şarkısı Pepperoni’yi dinledik.

Doğa yine yaptı yapacağını! Ben farklı ve birbirinden tatlı kolajlar yaparken doğanın kolajı notuyla gelen bu fotoğraf şevkimi kırdı ne yalan söyleyeyim. Bundan sonraki fotoğraflarda kolaj molaj yok artık, doğa yapsın kolajlarınızı madem! Fakat bu fotoğraf benim hakkımı avucuma verse de ben onun hakkını vereyim, adalya çiçekleri ile çıtlıkların yarattığı renk kontrastı biberlerden hiç de geri kalmamış. La nostra canzone (şarkımız) zenci ama güzel üç kadından oluşan, eskilerden bir müzik grubu The Three Degrees’den Collage.

Bu fotoğraf öncü, devrimci yaprak notuyla geldi. Ben daha yazın şöyle yapacağım, böyle yapacağım derken bu fotoğraf yazın bittiğini hatırlatarak beni kendime getirdi. Sonra da sürekli Eric Clapton dinlediğimiz, kendi kişisel devrimlerimizi yaptığımız üniversite yıllarına götürdü. Parçayı Eric Clapton’ın 2010 yılında çıkan Clapton albümünden seçtim, Autumn Leaves.

Yayladaki o devrimci yaprak kızaran ilk yaprak olma mücadelesi verirken, benim bodur mandalina da çiçek açan son narenciye olma iddiasındaydı. Baharları şaşırdı galiba poverino (zavallıcık)! Ama ben daha zavallı bir durumda olmalıyım ki bu duruma birkaç gün şaşırmayıp ne güzel çiçek açtı, mutfağı mis gibi kokuttu falan dedim, alık alık seyrettim onu.

Edepsiz minnoş mandalinalar olsun, ben de sana reçel yapacağım teyzesi, kurban olurum ben onlara! Ne diyorum ben yaa, ağzımdan çıkanı kulağım duymaz, elimden çıkanı gözüm görmez oldu. Evde fazla oturdukça domestiklik kat sayım hızla artıyor. Kış için salça yaptığımı, turşu kurduğumu veya kahve falı bakmaya başladığımı söylersem beni sarsın ve kendime getirin lütfen!

Peroşum, sana bir yol görünüyor. Kıvrım kıvrım virajlı, fra i pini (çam ağaçları arasında) bir yol bu. Nasıl desem, sanki yüksek bir yerden iniyor gibisin, yüreciğin kabarmış biraz ama tez vakte kadar düze çıkıyorsun.

Gideceğin yerde de yolunu bekleyen una gattina (bir dişi kedicik) var. Ama bu kedi oradaki gibi sakin durmuyor. Böyle nasıl desem, sanki fazla evcillikten vahşileşmiş tuhaf bir hayvan. Bir bakıyorsun son derece uysal, patisine vur sütünü al, sonra birden kendi bile sebebini anlamadan tüylerini kabartıp pençelerini gösteriyor. Hayra alamet değil gidişatı.

Gel de ona bir pati at bacım, bu kadar doğa yeter, her şeyin fazlası zarar. Güneşin doğuşu, öğle vakti, gün batımı derken, muhteşem renkleri yakalamak uğruna kaybolacaksın in quel bosco (o ormanda), benden söylemesi!

Fincanın tabağına baktım da şimdi, corona gidecek, üç vakte kadar hanemize ay doğacak. Artık üç ay mı olur üç yıl mı bilemem. Üç gün olmadığı kesin ama!

Olsun biraz daha bekleriz, yine bir Nilipek şarkısı gelsin o zaman hepimiz için, Biz Bize Yeteriz.

Bu yazıdaki doğanın kolajı karşısında yaşanan kıskançlık krizi dışında her şey aynen yaşandı. Yayla evimizin panjurlarının altındaki Eylül çiçekleri ve dolapta kalan son inciri yediğim gecenin sabahında gelen yalnız incir fotoğrafı gibi tüm ayrıntılar gerçek. Hatta gerçeklerin fazlası var, eksiği yok. Ad esempio (örneğin) oh papatya, yüzümün haline bak diye yalnızca bir sabah iç geçirmedim, aynaya baktığım her an Teoman’ın kulaklarını çınlatıyorum.

Doğanın kolajı geldiğinde yazım bitmişti aslında ama mutlaka onu da dahil etmek istedim. Paragraflar arasında bağlantılı geçişler yaptığım için ancak o araya uygun oldu. Tesadüfen sonraki fotoğraflar senza collage (kolajsız) olduğu için de o espriyi yaptım.

Yoksa kolajsız bırakır mıyım ben sizi hiç, kıyamam!

Eylülün kalan günlerinin çok keyifli geçmesi dileğiyle..

Not: Bu fotoğraf da ceviz konulu yazımın ardından başka bir yayladan geldi ama ceviz aynı ceviz. Görüyorum ki cevizler olmuş ve yenmeye başlanmış Faruk, afiyet olsun gözüm yok.

Şimdi telefondan fotoğrafı alırken gördüm, cevap olarak sadece yapmaaa yazmışım çocuğa, teşekkür veya herhangi bir emoji yok mesajımda. Ama sonuna kadar arkasındayım cevabımın, fotoğraf yerine ceviz gönderir insan, inşallah elleri kararmıştır!

“Aromi e sapori, colori e melodie dal settembre” üzerine 4 yorum

  1. Narın bereketi taşmış Ülgen’cim. Benim amatör fotolara böyle müthiş bir yazı. Ellerine sağlık..
    Yeşil cevizleri bekle??

    1. Afiyetler olsun tatlım, şakaydı tabii ki.. Bu hafta yolluyorlar Namrun’dan, cevizsizliğim gideriliyor :))

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir