Büyük hoca Aristoteles!
Haziran ayında yazdığım La ragazza desolata başlıklı yazımda, ıssız kız modunda sırt çantamla Assos’a kaçışlarımın, Aristo’nun üç yıl yaşadığı ve una scuola di filosofia (bir felsefe okulu) kurup hocalık yaptığı bu antik liman kentine fena halde dadanışımın öyküsünü anlatmıştım. Okul bitince bir süre çalışmayıp oraya yerleşerek kitap yazma cüretimin, günah keçisi olarak tabiat bilgini Aristo’yu gösterip, onun her tohumun içinde, o tohumdan bir gerçekliğin ortaya çıkmasını sağlayacak kuvvet saklıdır sözünden ilham aldığımı ima etmiştim.
Yani Athena Tapınağı’ndan uçsuz bucaksız denizin ve göğün mavisine dalıp Aristo Hocamın bıraktığı havayı içime çekerken hayat felsefemde bir titreşim olmuş. Sonra titreşimi devre dışı bırak düğmeme basıldı o ayrı konu!
Aristo Hocam derken, sakın Socrates, Platon, Aristoteles üçlemesinin devamıyım sanmayın çünkü onlar avanti Cristo (milattan önce) yaşadı, mümkün değil yani! Şaka bir yana, Aristo ile aynı havayı solumuş olmak bile şeref benim için. Araştırılmadık konu, yazılmadık kitap bırakmayan Aristo’nun babası da Büyük İskender’in dedesi Makedonya Kralının özel doktoru!
Aristo, Platon öldükten sonra Akademi ile uzlaşamayıp bir süre Atina’dan kaçıyor. İşte bu kısa dönem (M.Ö. 347-344) Assos’ta yaşadığı ve botanikle ilgilendiği yıllar! Hatta bir üniversitenin yayınladığı bir makalede okuyup şaşırmıştım, bu üç yıl içinde evlenip çocuk sahibi olmuş ve lo stato ideale (ideal devlet) anlayışı üzerine yazdığı ünlü eseri Politika’nın çalışmalarına başladığı yermiş burası aynı zamanda.
Assos’tan ayrılışının sebebi ise İskender’e hocalık yapmak üzere Makedonya Kralından gelen davet!
Aristo bir haftadır yine gündemimde benim. Bu sene Amerika’da üniversiteye başlayan ama şu anda çalışmalarını evinden online yürüten öğrencime bir ödevinde yardımcı oldum. Ödevin konusu, bir veya iki metin üzerinden analisi retorica (retorik analiz) yapmak ve özellikle Aristo’nun retorik üçgenindeki ikna etme yöntemleri ethos, pathos ve logos üzerinden yürümek!
Ethos kısaca konuşmacının dürüst, güvenilir, iyi niyetli, ahlaklı ve otoriter bir kişi olduğunu belli ederek dinleyicinin duyduklarına inanmasını ve ikna olmasını sağlamak için kullanılan bir yöntemdir. Pathos duygulara ve logos da mantığa hitap etmek, anlatılanlar üzerinden dinleyiciyi arzu edilen çıkarımları yapmaya davet etmek için kullanılır. Tutti e tre metodi (üç yöntem de) dinleyiciyi etkilemede son derece etkilidir.
Asıl etkileyici olan ise Aristo’nun sanatsal kanıtlar olarak adlandırdığı bu retorik yöntemlerin günümüzde politikadan reklamlara, akademik çevrelerden iş dünyasına, gittikçe yaygınlaşarak kullanılmaya devam ediyor olmasıdır.
Liseli öğrencilerime en az on yıldır öğretiliyor, yaratıcı ödevler veriliyor bu kavramlar üzerine. Ama bizim haylazlar, bu üçlemeye bir de cheetos ekleyip hocalarının verdiği ödevlere çerez muamelesi yapıyor bazen. Ama ben masaya bir kâse cheetos koyup hoca camide diyen ekolün hocaları gibi sert ve ısrarcı bir tutumla cheetos masada diye yakalarına yapışıp öğretiyorum. Ve hatta hızımı alamayıp Türkçe’ye dal francese (Fransızca’dan) geçen lise sözcüğünün Aristo’nun kurduğu Lykeion adındaki okulundan geldiğini söylüyorum. Aristo’nun öğrencisi hoca burada!
Comunque (neyse), bu üç yöntem en çarpıcı örneklerle politik konuşmalarda görüldüğü için biz reklam analizine falan girmeden, Obama ve W. Bush’un seçimleri kazandıktan sonra yaptıkları zafer konuşmalarını inceledik. Baba H. W. Bush’tan itibaren başkanlığın pinpon topu gibi bir Cumhuriyetçilere bir Demokratlara geçtiğini söyleyerek başladık.
Obama’nın oratorio (hitabet) gücü gayet belirgin, ancak iki başkan da oldukça kısa olan konuşmasında bu üç yöntemi bol bol kullanmış. Geleceğe odaklanmakla beraber, her ikisi de ülkenin tarihinden de alıntılar yapıyor. Obama, gururla bahsettiği 106 yaşındaki zenci seçmen kadının hayatı üzerinden ülkenin tarihinde zaman yolculuğuna çıkarıyor. Bush ise ülkenin kurucu babalarından Thomas Jefferson’ı anlatıyor ve konuşmasının sonlarında Jefferson’ın ilkelerini benimseyeceğini vurguluyor.
Ben daha sonra merak edip Trump’ın zafer konuşmasını da okudum. Birazcık yapacaklarına değinmiş, gerisi hep seçim kampanyasında destek olanlara teşekkür. Başka içerik yok, dil sokak jargonu. Ne ülkenin tarihine dair bir referans, ne bir söz sanatı, ne de bir ikna tekniği! Logos beklemiyoruz zaten, halkın rasyonel olmasına gerek yok, anzi (hatta aksine) olmasa daha iyi! Tüm akıl ve mantık o güzel saçların altındaki güzel kafada toplanmış. Halkı yerine her şeyi kendisi üstlenen, hiç kimseyi yormayan ince düşünceli başkanlara bayılıyorum!
Ülkenin kurucu babalarına, tarihindeki kazanımlara hiç değinilmeyen bu konuşma tanıdık geldi bir yerden ama çıkaramadım bir türlü. Forse (belki) bir filmde görmüşümdür!
Logos yönteminin de kullanıldığı, ihtişamlı bir balkondan tepeden bakarak değil de dinleyicilerle eşit seviyede modesto (mütevazı) bir köşeden yapılacak bir zafer konuşması dinlemek umuduyla…
Obama konuşmasını Chicago’da Gran Park’ta yaptı örneğin, bizde de Gezi Parkı’nda bir zafer konuşması ne güzel olur. Pathos yapmasına gerek yok konuşmacının, duygular bizden!
Aristo’ya?