Sevginin büyüsü!
Dün parzialmente nuvoloso (parçalı bulutlu) bir ruh halinde çeviri yaparken mola verip blog yazılarımı gözden geçirmeye başladım. Bazılarını tekrar okudum, o duygu geçişlerini yeniden yaşadım. Mayıs ortalarında yazdığım Se la vita ti dà limoni başlıklı yazıma takıldım en çok.
Limonlu deyimlerle o günlerdeki hallerimizi anlatarak başlayıp limonlu kek tarifine kadar vardırmışım işi. Menteşesi kırık fırın kapağını tutup bekleyerek yaptığım kekin soğumasını beklerken balkondan fotoğrafladığım limon ağacının üzerinde kalan quattro limoni (dört limon) düşene kadar hayata tutunacağımı söylemeler, yazıyı Edip Cansever’in Uçurum şiirinden fotoğrafıma uygun bir alıntıyla bitirmeler, hey gidi güzel günler!

Hayat sana limonlar veriyorsa kendine güzel bir limonata yap sözüne bağlamışım. Şimdi o ağaç limon dolu, balkondan greyfurt ve minola toplayacak kadar yakınız diğer ağaçlara ama artık quelle emozioni (o duygular) kalmadı, hatta uçurumun kenarındayız hissi sık sık yoklar oldu.
İşte dün, balkona çıkıp minolaya uzanmayı bırakın, mutfak masasından bir mandalina alıp yiyesim yoktu. Baktım yazılarımı okudukça kendi iyimser hallerime bile sinir olacak kadar bulutluyum, öğleden sonrayı uyuyarak geçirmeye karar verdim. Yani hayattan ve kendimden biraz uzaklaşmaya.
Bir uyandım, dalından yeni koparıldığı belli mis gibi mandalinalar, limonlar ve bir portakalın olduğu bir narenciye sepeti gelmiş bana! Sotto (altta) mandalinalar, üstte limonlar ve tepede bir portakal ile özenle hazırlanmış sepetteki meyveler belli ki keyifle toplanmış bahçeden, sevgiyle yerleştirilmiş. Yanında da Zeynep Göğüş’ün Zeytin Kuşu adlı kitabı!
Meğer dün Dünya Zeytin Günü imiş, hatta UNESCO’nun ilan ettiği adıyla Dünya Zeytin Ağacı Günü! İşin tuhafı, bir gün önceki zeytinli, zeytinyağlı yazımı yazarken ne benim haberim vardı bundan, ne de tam Dünya Zeytin Ağacı Gününün sabahında Puglia’de çektiği büyüleyici dev zeytin ağaçlarının fotoğraflarını yollayan arkadaşımın!
Narenciye sepeti ve kitap da bu muhteşem fotoğrafların geldiği yürekten geldi.
Hazırlık sınıfındayken yatakhanede oynadığımız Secret Friend oyununu hatırladım birden. Yatakhanede ilk yıl sekiz arkadaş kaldık bir odada. Bu sayı, sonraki yıllarda altı ve dörde doğru azaldı. Ama ilk yıl, ya çocuğuz ve kişilikler oturup anlaşmazlıklar çıkmaya başlamıyor diye ya da ailesinden kopup gelen 11 yaşındaki yavrucuklar solitudine (yalnızlık) çekmesin diye the more the merrier ilkesiyle odalar sekizer kişilikti. İlk yıl ranzanın üst katında kalmak statü meselesiyken, ikinci yıl alt kat kapanın elinde kalırdı. Dört ranza ve sekiz çocuk bir odada, düşünün curcunayı!
Her birimizin son dönemden bir ablası vardı, sanırım Secret Friend oyununu onlardan biri öğretmişti. Sekiz arkadaş fra di noi (aramızda) kura çeker kendimize bir gizli arkadaş edinirdik ve tabii ki birinin de gizli arkadaşı olurduk.
L’amica nascosta (gizli arkadaş) fırsat kollayıp gizlice arkadaşına bir hediye bırakmaya çalışırdı. Bazen çantamızda, bazen dolabımızda ve hatta yatarken yorganı kaldırdığımızda kantinden alınmış bir gofret, bir kalem veya elma bulup sevinir, secret friend’im bana hediye bırakmış diye coşkuyla bağırırdık.
Secret friend soğukkanlılığını korur, asla açık vermezdi.
Ancak bu gizliliği korumak oldukça zordu çünkü yalnızca gizli arkadaşımıza değil, diğerlerine de yakalanmamak gerekiyordu. Ama tabii bir süre sonra birilerini bir yerlere piccoli pensieri (küçük düşünceler) bırakırken gördükçe secret friend’imizin kimler olmadığını anlayarak kim olduğunu tahmin ederdik. O zaman tekrar kura çekerdik.
Oyun hayata hazırlıktır derler ya, küçük düşüncelerin büyük mutluluklar getirdiğini öğreten Secret Friend oyununu hep oynadım ve çok şanslıyım ki çevrem bu oyunu seven dostlarla dolu!
Edip Cansever’in şiirindeki gibi bir ağaç sürüsünün üstünden, çok ağaçlı bir ağaç sürüsünün üstünden, kesilmiş limon dilimleri gibi düşmüyor güneş votka bardağımın içine şu giorno invernale (kış günü) ama ben yine de benim olmayan bir sevinç duyuyorum bugün.
O zaman, sepetimdeki limonlarla kendime güzel bir limonata, kabuklarını rendeleyip biraz da suyundan ayırıp güzel bir limonlu kek yapayım bari!

Sepeti kapıp bir Paskalya tavşanı neşesiyle balkona çıktım ve limonlu yazım için fotoğraf çektiğim köşeye gittim. Mia intenzione (niyetim) yine aynı limon ağacının önünde manidar bir fotoğraf çekmekti. Bir baktım sepette greyfurta yer kalmamış, ben de greyfurt ağacının önünde fotoğrafladım narenciye sepetimi. İlginç olan, yine bir kuş havalandı o an ağacın içinden ama o fotoğrafa girmedi maalesef, Telefonumun deklanşörüne basamadım o an!
Kabuklarını rendeleyip kek yapmayı düşündüm ama kabukları zar gibi incecik limonların. Sanırım bu yöreye özgü olan tatlı limon da var aralarında, keşfedeceğim birazdan. Öyleyse eğer tadından yenir bu limonlar, keke harcanmaz!
Sevginin büyüsünü bir kez daha hatırlatan zeytin kuşu Secret Friend’ime ve tüm zeytin kuşlarına mutlu bir hafta sonu dileklerimle: