Buona estate

İyi yazlar!

Yaza yaza bir yaz daha geldi, hastanelere ve sağlık ocaklarına da aşı, hızla aşılanıyoruz, geleceğe daha bir umutla bakıyoruz..

Bugün yarım küremizde il più lungo (en uzun) gün yaşanırken bir yandan da Dünya Zürafalar Günü kutlanıyor.

Zürafaları Koruma Vakfının dünyanın il più alto (en uzun) hayvanının neslini korumak için başlattığı bu farkındalık hareketi, tümü dünyanın il più povero (en fakir) ülkelerinden biri Nijerya’da yaşayan ve yaklaşık 600 tane kalan Batı Afrika Zürafalarını korumayı hedefliyor.

Ben de düşünceleri kalbine yakın bir zürafa olarak, Nijerya’daki arkadaşlarıma destek olmak amacıyla, kitabımdan elde ettiğim il più modesto (en mütevazı) gelirimden vakfın web sitesinden evlatlık bir zürafa alıyorum. Beni yazar yapan, müthiş paylaşımlar yaşatan bu il più elegante (en zarif) hayvana borcumu ödemenin il più significativo (en anlamlı) yolu kesinlikle..

Düşüncelerimde ve kalbimde tadilat nedeniyle yazın blogum kapalı olacak, bu yazı sezon finalim. Bu da blogun il più breve (en kısa) yazısı oldu galiba, herkese keyifli bir yaz diliyorum!

Not: Yazıda geçen İtalyanca ifadelerde en …….. anlamında hep il più geçti çünkü devamındaki sözcükler tesadüfen hep erkek (il giorno, l’animale, il paese, il reddito, il modo, l’articolo). Kullandığım sözcük dişi olsaydı la più diyecektim

Bence bu da tüm yazılardaki la nota più illuminante (en aydınlatıcı not) oldu!

Felicità è un caffè in una tazzina nuova

Mutluluk yeni bir fincanda kahvedir!

Ben gönül rahatlığıyla bir depresyona giremeyecek miyim ayol? Tam niyet ettim Allah rızası için yarın depresyona girmeye, bir düşünceyle iki zaafıma birden hitap eden bir hediye gelmez mi! İnsan arkadaş seçerken dikkatli olmalı. Erteledim depresyonu mecburen ve sabah güzel bir kahve yaptım kendime.

Baktım kahvenin kokusunu ve tadını alabiliyorum, fincandaki yazıyı okuyabiliyorum, şükrettim bir kez daha ve mutlu olmak için daha neye gerek olabilir ki diye sordum kendime.

Aklıma hemen çocukluğumun en güzel tatlarından ve şimdilerde yine dadandığım Eti kakaolu bisküvi geldi ve fincanımın tabağına iki adet bisküvi yerleştirip bu sabaha da böyle başladım.

Fotoğraftan da gördüğünüz gibi mutluluk hassas bir çizgi üzerinde ama küçük keyiflerle onu yakalamak hiç de zor değil.

Fakat o da ne! Kutunun içinden bir de kart çıktı. Ön tarafında kahve çekirdekleri resimlerinin altında if you cannot do great things, do small things in a great way yazıyor. Tam da benim yaptğım şey şu anda, küçük keyiflerden büyük mutluluk yaratmak!

Kartın arkasında ne yazıyor biliyor musunuz?

Kahve keyiftir, bazense mola. Sen değerlisin. Önce ruhunu beslemelisin. Sadece fincan değil, keyfini de gönderiyoruz. Yeniden buluşabilmek ümidiyle…

Ve yandaki QR kodunu okutunca, tatlı sabah esintisinin kulağıma taşıdığı dingin kahve müzikleri!

Depresyonum başka bir sabaha kaldı artık.

O zaman bu yazı da sizin kulağınıza kahve ezgileri taşısın, 1999 yılında Sanremo Müzik Festivali’nde Oggi sono io şarkısıyla yetenekli şarkıcılar kategorisinde birinci olan Alex Britti’den 7000 caffè:

Şarkıyı mırıldanarak dinlemek isterseniz:

Che vinca la gentilezza

Nezaket kazansın!

Küçük Prensim dün gece maç sonrasında bugün blogda yorumlarımı beklediğini yazdı. Il calcio non é il mio forte (futbol iyi olduğum bir alan değil) ama Piccolo Principe Faruk’umu kırmayıp maç öncesinde yaptığı paylaşım üzerinden birtakım yorumlar yapacağım.

Bu birtakım yorumlara non c’entrano le squadre nazionali (millî takımlar girmiyor, onların ilgisi yok), milletler üzerinden naçizane bir değerlendirme yapacağım.

Rakiplerimizi çalıştık demiş İtalyanlar. Kahvemizi de çalışmışlar.

Kahvemizin cezve adı verilen pirinç bir bricco (coffee pot diyeceğim, cezve yani) kullanılarak, öğütülmüş kahve eklenen suyun kaynatılarak hazırlandığını görsellerle anlatmışlar.

Ve son olarak, geleneklere göre baharatlar ile rayiha verilebileceğini söyleyip kahve sözcüğünü parantez içine alarak daha iyi olan kahve kazansın demişler, kazanma arzularını böyle nazik dile getirmişler.

Onlar bizim kahvemize, geleneklerimize böyle incelikle yaklaşıp nükte yaparken, bizde de kurumsal bir şirketin, adını vermekte sakınca yok (Dardanel), onların makarnası üzerinden millî takımımıza nasıl başarı dilediği malumunuz!

Kahveyi bilmem ama dün gece nezaket kazandı bence 3-0!

Bugün kahvenizin yanında birer bardak da soğuk su içmeyi unutmayın.

Bir de geleneklerimize bağlı kalarak haydi, haydi, haydi naralarıyla başlayan, stadyuma mı yoksa savaş alanına mı gittiğimize dair zihnimizi bulandıran millî takım marşı besteledik haydi hayırlısı, haydi haydi haydi!

Twitter’da bir kızcağız, “Başkalarının davranışlarından utanmaktan yoruldum artık” demiş. Al bizden de o kadar!

Güzel ülkemizi sarmalayan, içine çeken bu çirkinlik ve ahlaksızlık girdabından bir an önce çıkabilmemiz dileğiyle!

Buchette del vino

Şarap pencereleri!

Kelime anlamına bakacak olursak küçük şarap delikleri!

Ben boş yere şu anda Floransa’da olmak vardı diye methiyeler yazmadım adı çiçek açan anlamındaki fiorente sözcüğünden gelen Floransa şehri için değil mi?

Şu anda Floransa’da olmak vardı anasını satayım, gezerken bir şarap penceresinden şarabını veya dondurmanı alıp yola devam etmek!

Floransa’da nei palazzi (saray gibi görkemli büyük evlerde) yaşayan aristrokrat aileler kendi bağlarından gelen üzümlerden elde ettikleri şarapların fazlasını evlerinin duvarlarındaki bu küçük deliklerden halka satarlarmış. Biraz da o dönemde yaşanan ekonomik krizin etkisiyle şarap üretimine yönelen ve zamanında bu pencerelerden halka satış yapan soylu ailelerden bazıları bugün Toskana bölgesindeki büyük şarap üreticilerinden.

Buchette del vino Kuzey İtalya ve Toskana’yı 1630-1631 yıllarında ve Güney İtalya, Lazio ve Cenova’yı 1656-1657 yıllarında vuran ve Milano, Napoli ve Cenova gibi büyük şehirlerin nüfuslarının neredeyse yarısını kaybetmesine neden olan nam-ı diğer Kara Ölüm veba salgınında da bulaşı önlemek için yiyecek, içecek, erzak dağıtımında kullanılmış.

Daha çok kapıya benzeyen bu minik pencerelerin birçoğu kapatılmış, bazıları ise posta kutusu olarak kullanılıyor. Bir açık hava müzesi olan Floransa’ya özgü bu tatlı oluşumlar şehrin güzelliğine güzellik katıyor.

Tarih tekerrürden ibarettir. Geçen yıl salgın sırasında, yiyecek ve içecek sektöründe hizmet veren bazı işletmeler binalarında bulunan pencerelerden sosyal mesafeli satışlar yapmaya başladı.

Bu işletmelerin öncüsü, 2020 Mayıs ayında minik penceresinden dondurma, kahve ve içecek satmaya başlayan, Floransa’nın meşhur dondurma ve tatlı dükkanı Vivoli idi.

Daha sonra  Babae (Via Santo Spirito) , Osteria delle Brache (Piazza Peruzzi) ve Il Latini (Via dei Palchetti) aynı şekilde yayalara hizmet vermeye başladı.

İşte pencerecikler, kapıcıklar, nişler, gişeler, cennetin kapıları gibi isimleri de olan minik şarap pencereleri:

Bu da benim penceremden size, mutlu bir hafta sonu diliyorum herkese!

Il mio piccolo mondo

Küçük dünyam!

Ayçiçeklerinin durumunu hâlâ bilmiyorum ama karpuzun çıktığından haberim oldu! Günlerdir İtalya’nın çeşitli köşelerinden harika fotoğraflar geliyor telefonuma. Hayat canlandı, arkadaşlarım ve artık arkadaşım olan öğretmenlerim geziyor diye seviniyorum.

Ben de çok zavallı bir görüntü vermemek için bu hafta balkonda yapayım zoom oturumlarını diye düşündüm. Arka planda selvi, palmiye, zeytin ve limon ağaçlarının göründüğü noktaya konuşlandım, yamacıma en güzel çiçekleri dizdim. Kaliforniya, Toskana, Ege ve Akdeniz sentezinde bendeniz!

İlk iş olarak da internetten namaz saatlerine baktım, birden ezan başlarsa karizmam yerle bir olurdu! Neyse iki oturumuma da denk düşmüyor diye sevindim. Fakat o da ne? “Kesmece karpuuuuz” diye bağıran bir satıcı peyzajı bozdu.

Aklıma Barış Manço’nun meşhur şarkısı geldi tabii. Acaba inip tabladaki tüm karpuzları alsam ve yeniden sessiz bir ortam elde etsem mi diye düşünürken sokaktan gelen o sesle yıkıldı dünyam, “domates, biber, patlıcan”. Vallahi espri değil, şaka gibi aynen böyle, bu sırada!

Öğlen saatinde yaptığım oturumda Siena’lı arkadaşım bahçeyi ve bitki çeşitliliğini çok beğendi. Talihsiz bir kaza yaşamadık. Planım başarılı oldu, Toskana fotoğrafları ile girdiğim kompleksten çıktım. Darısı Venedik’teki oturumun başına diye dua ettim. Düşünsenize, ben gözümde gözlük elimde sözlük Tabucchi tartışırken “domates, biber, patlıcan” sesiyle bir anda bütün dünyamın karardığını!

Neyse bugün havamı atayım, bir daha balkon malkon yok diye geçirirken içimden ve Venedik’e ışınlanmayı beklerken Milano’da okuyan öğrencimden de nefis fotoğraflar gelmez mi!

Yapmaa diyebildim çocuğa ancak o andaki psikolojimle, bura nire diye soramadım. Yüreğimden, elimden şu sözcükler döküldü telefonuma:

O aradaki lamba olmak vardı anasını satayım!

Not: Toskana fotoğrafındaki lamba veya bir pencerede panjur olmaya da razıyım.

Le donne e le loro gonne

Kadınlar ve etekleri

Ben böyle dejavu görmedim! Geçen yaz Ayşe Arman’ın bir karpuz etekle havada uçuştuğu, koronasavar hareketler yaptığı fotoğraflarından bahsetmiştim. Yine paylaştı valla karpuz etekleri zil çalan bir fotoğrafını. Bende ise yine pijama! Bana mı nispet yapıyor coronaya mı anlamadım.

Allora ben de aynen ayçiçekli etekliğimi giyip canlanmaya çalışayım en iyisi. Yine geldi galiba yaz, ben hâlâ yaz ha yaz..

Ama durun bir dakika, bu geçen seneki fotoğraf! Artık onun da mecali kalmadı sanırım giyinip tak takıştır, sür sürüştür poz vermeye. Ayşe’de bile bu enerji ve performans düşüşü varsa ben ne haldeyim düşünün. Mecalsiz olabilirim ama çok dikkatliyimdir, kaçmadı gözümden yeni değil bu fotoğraf!

Karpuz çıktı mı, ayçiçekleri ne durumda haberim yok inanın. Kendime ayrı bir dünya kurdum, her pazartesi verso la sera (akşamüstü) toplantılarına katıldığım bir İtalyanca kitap kulübü buldum Venedik’te. Günlerim Antonio Tabucchi okumakla geçiyor. Anlıyorum tabu ki ne sandınız, kiminle dans ettiğinizi sanıyorsunuz?

Anlamasam bile her hafta ders sırasında öğretmenimizin evinin yakınındaki kilisede çalmaya başlayan çan seslerinin verdiği huzur bile yeter yani. Adaletin bu mu dünya diyorum bir kez daha. Onda ahenkle çalan campane (çanlar), bende corona duaları ve selaları (artık yok şükür), tedbir uyarıları, perşembe selası ve diğer selalar, şahadetleri dinin temeli ezanlar. Bir de huzur İslamda derler!

Il nostro insegnante (öğretmenimiz) Alberto Bettin felsefe okumuş ama aynı zamanda konservatuarlı bir müzisyen. Dinlemek isterseniz Spotify’dan albümüne ulaşabilirsiniz, ikinci albümü de yoldaymış. Başka bir gün de canzoni (şarkılar) kursuna kaydoldum. Hem İtalya’nın müzik tarihinde bir yolculuk yapıyoruz hem de onun tatlı sesinden bir şeyler dinliyoruz.

Valore aggiunto (katma değer) olarak da arka planda birkaç dakika kilise çanları!

Not: Bu yazımın mübarek cuma gününe denk düşmesi talihsiz bir tesadüf oldu, chiedo scusa. (özür dilerim). Ama o vesileyle Hayırlı Cumalar dilerim cümlenize..

Mambo italiano con mamma mia

Annemle Mambo Italiano!

Kasım ayında Che grande donna başlıklı yazımda Sophia Loren’i anlatıp Mambo Italiano şarkısına da değinmiştim. Bu şarkı aslında 1954 yılında Bob Merrill tarafından Amerikalı şarkıcı Rosemary Clooney için yazılmış olsa da Pane, amore e … filminde Sophia Loren’in Vittorio De Sica ile dans ettiği meşhur sahne ile özdeşleşmiştir zihinlerde.

Yazının sonunda aklıma güzel bir fikir gelmiş, bu şarkıda hep eski anıları canlanıp mambo yapmaya başlayan annemi yerinden kaldırmak için yüksek sesle şarkıyı çalmaya karar vermişim!

Yazıyı tamamladığım akşamın sabahında Netflix’te karşıma La vita davanti a sé filmi çıkınca ise çok şaşırmıştım. Romain Gary’nin İngilizce olarak 1986 yılında önce Momo ve daha sonra The Life Before Us adıyla yayınlanan romanından uyarlanan, Edoardo Ponti’nin yönettiği ve annesi muhteşem kadın Sophia Loren’in oynadığı filmi izlemediyseniz öneririm. Türkçe adı Onca Yoksulluk Varken.

Cassandra Geçidi ile başladığım Sophia Loren filmleri geçidini bu güzel filmle noktalamış olduğumu düşünmüş ama anne oğulun bir film daha yapmasına dair umudumu ifade etmiştim.

Ben yeni bir film beklerken muhteşem kadın ters köşe yaptı ve Floransa’nın göbeğinde bir köşe kaparak muhteşem Sophia Loren Original Italian Food zincirinin ilk restoranını açtı.

Floransa seyahatinizi planlarken aklınızda olsun, yemeklerinizi şimdiden seçmek isterseniz sophialorenrestaurant.com web sitesinden Sfoglia il Menu butonunu tıklamanız yeterli.

Hayal etmek bedava.. Ben de hayallerimi bir tık daha öteye taşıdım: Orada anneme Sophia Loren ile mambo yaptırmadan coronaya yenik düşmeyeceğim, ahdım olsun!

Not: Bu yazıyı dün yazdım, anneme yine Sophia Loren hakkında yazıp Mambo Italiano’ya bağladığımı anlatırken şaşırdı. Meğer önceki akşam televizyonda Cassandra Geçidi varmış, rastlayıp izlemiş kim bilir kaçıncı kez. Yine hoş bir tesadüf oldu, bu bir işaret. Bakın buraya yazıyorum, o mambo yapılacak!

Le cose più belle della vita sono gratis

Hayattaki en güzel şeyler bedava!

Şu anda hayatımızdan abbracci ve baci eksik olsa da diğerlerinin kıymetini bilip sabırla beklemeye devam edelim, umut da bedava! Orhan Veli’nin dediği gibi hava bedava, bulut bedava, dere tepe bedava, yağmur çamur bedava, sinemaların kapısı bedava..

Doğa bedava ve gerçekten iyi geliyor, iyileştiriyor!

Divino gelato

İlahi dondurma!

Dante’nin 700. ölüm yıldönümü için birbirinden yaratıcı ürünler gelmeye devam ediyor. Şimdi de Algida yeni inferno (cehennem), purgatorio (araf) ve paradiso (cennet) Magnum dondurmaları ile gündemde. Markayı kendi aramızda yazıldığı gibi telaffuz etsek de oraya gidince Alcida ve Manyum demeyi unutmayın emi?

Bu limited edition dondurmalardan Inferno, Mart ve Nisan ayında satıldı. Onu kaçırdık ama zaten cezaların olmadığı ilk cehennem katmanı Limbo dolu olduğu için cehenneme bulaşmak istemiyordum. Ama yine de bu ekstra koyu çikolatalı, frambuazlı, hafif tuzlu dondurmayı tatmak, ağzıma yüzüme bulaştırmak isterdim.

Altın renkte karamelli çikolata ile kaplı bisküvi parçacıklı Purgatorio ise Mayıs ve Haziran aylarında satışta. Mayısı ortaladık, biz de araftayız şu anda ama ona da yetişmemiz mümkün görünmüyor.

Yıldızları yeniden gösterecek güzellikteki Paradiso dondurma ise fıstıklı, içi pembe çikolatalı, dışı beyaz, rüya gibi bir şey. Temmuz ve Ağustos aylarında satışta olacak bu dondurmayı da ancak rüyamızda tadabilir, burada anam babam usulü Alcida Manyum yemeye devam ederiz bence.

Artık yiyenlerden gelen geri bildirimleri bildiririm!

Dante deyince aklım Floransa’ya gitti, geri de gelmiyor bir türlü. Hemen bir şarkı yazdım sizin için. Yazar ve şair kimliklerimin yanında bir cantautrice (kadın şarkı sözü yazarı) olarak da anılmak isterim.

Ben bu şarkıyı bir yerden hatırlıyorum diyeceğinizi seziyorum şimdiden. Sürgüne gönderilen ve ölene kadar Floransa’sına dönemeyen Dante’nin şehri için yazdığım bu şarkıda, yine sürgündeki Melike Demirağ’ın seslendirdiği, Şanar Yurdatapan’ın yazdığı Şimdi İstanbul’da Olmak Vardı şarkısının sözlerinden etkilenmiş olabilirim.

Sonuçta ben de demir ağlarla örülü anayurdunda sürgünde yaşayan bir kişiyim, hepimiz Şanar hepimiz Melikeyiz!

Yayılmışız ülkenin dört bir yanına
Kimimiz ta İstanbul’da kimimiz Adana
Bedenimiz evde balkonda dolanır amma
Çok hem de çok uzak yerde kalbimiz

Maviye boyalı bir kuş olsam dilimde ‘volare’ şarkısı Apeninleri aşsam
Varsam yaban ellere, artık başka göklerde uçsam
Şimdi Floransa’da olmak vardı anasını satayım
Püfür püfür Signoria Meydanında

Ponte Vecchio’da lampredotto* yemek
Arkadaşlarıma ‘dai andiamo’ demek
Ver elini Siena, Pisa, San Gimignano
Şu anda Toscana’da olmak vardı ya

Şimdi Floransa’da olmak vardı anasını satayım
Dante’nin taşının** yamacındaki restoranda
Tabakta bistecca alla fiorentina kadehte Chianti
Dilimde yarı acı yarı tatlı bir arya

Şu anda Floransa’da olmak vardı!

Ülgen İtalyayatapan

* İneğin midesinden yapılan, Floransa’nın en meşhur sokak yemeği, lo street food di Firenze kendi deyişleriyle. Ya çok seviliyor ya nefret ediliyor, duygular uçlarda. Bu tip yemeklerle hiç aram olmamasına rağmen bir kültür notu olarak şarkının aslında geçen balık ekmek yerine onu kullandım.

** Dante’nin dinlenmek, arkadaşlarıyla sohbet etmek ve yapımına yeni başlanan Duomo’nun inşaatını seyretmek için oturduğu taş bugün aynı yerde Il sasso di Dante (Dante’nin taşı) olarak sergileniyor. Hemen yanında ise Ristorante Sasso di Dante var.

I genovesi blu

Mavi Cenevizliler!

Bu ay İtalya’da bir dil okulunun seminerine katılıyorum. Kuzeyden güneye bir İtalya yolculuğu ama şarkılar, şarkıcılar üzerinden. Her hafta üç şehir, üç şarkıcı, bu şehirlerin anlatıldığı üç şarkı, şarkıların sözleri ve sözler üzerinde gramer ve kelime çalışması. Bir ayda on iki şehri bu şekilde gezeceğiz, bir taşla quanti uccelli (kaç kuş)!

La settimana scorsa (geçen hafta) Venedik, Milano ve Torino vardı, dün ise Cenova, Bologna ve Floransa. Tatlı öğretmenimiz de Cenovalı olunca Cristoforo Colombo’nun memleketi Cenova daha bir kapsamlı ve coşkulu anlatıldı.

Anni fa (yıllar önce) Cenova’da bir tur rehberinin anlattıklarını hatırladım hayal meyal. Cenova’da panjurların neden çivit mavisi olduğunu anlatmıştı, bu renkten korkan hayvanların veya böceklerin girmesini önlemek için gibi kalmış aklımda. Akrep miydi acep? Dün bunun bahsi geçmedi ama Cenova’nın mavi panjurları meşhurdur.

Ancak, kısacık değinilen başka bir maviyi anlatmak istiyorum.

Genova’da gezinirken, üzerindeki kot pantolonun kumaşının bu şehirden çıktığını bilmez birçok turist. Nel quindicesimo secolo (on beşinci yüzyılda) Genovalı gemi yapımcıları ve tüccarlar, mallarını korumak amacıyla yelken yapımında kullanmak için kalın ve dayanıklı olan bu kumaşı kullanmışlar.

Il tessuto (kumaş) Fransa’nın Nimes şehrinde üretildiği için denim adını almış ve Hindistan’dan gelen indigo bitkisi (çivit otu) boyası ile mavi renge boyanarak iş kıyafetlerinde de kullanılmış. Fransızca bleu de Gênes (Genova mavisi) adıyla ihraç edilmeye ve dolayısıyla dünyada tanınmaya başlamış.

1800’lü yıllarda bir tüccarın Amerika’ya bleu de Gênes kumaşıyla üretilen pantolonlar göndermesiyle blue jean serüveni başlıyor. Amerika’da altın arayıcılarının taleplerine göre bol cepli olarak tasarlanan pantolonlar, 1873 yılında Levi Strauss ve Jacob Davis tarafından keşfediliyor ve patenti alınıyor.

Kovboy filmleri ile meşhur olan denim pantolonlar, II. Dünya Savaşı sonrasında gençler arasında yaygınlaşmaya başladı. İtalya’da ise iş yerlerinde yalnızca işçiler tarafından giyiliyordu, şirket yöneticilerinin ve çalışanların giymesi yasaktı. Fiat’ın kurucusu Gianni Agnelli iş ortamında denim pantolonla göründükten sonra halk arasında da yaygınlaştı.

İkinci derim olan denim kumaşı da ikinci vatanım İtalya’ya bağladım, daha ne derim ki şu arife günü!

Hayatıma una novità (bir yenilik) getirmek için saçlarımı eflatuna boyayasım geldi, resimdeki kızla aramdaki tek fark o şu an..

Bir mavi de denizde olurdu hatırladığım kadarıyla, kısmetse görürüz bu yaz!