Teşekkürler

İtalyanca serüvenimin renkli sayfalarını yazarken hep yanımda olan ilham perilerime teşekkür etmek istiyorum:

Binicilik dalında Türkiye’de ve yurt dışında aldığı yüzlerce ödül ve İstanbul İtalyan Kültür’de yıllarca yürüttüğü başarılı kariyeri ile leggendario (efsanevi) bir isim, 1988 yılında İtalyan Kültür’e başladığımda daha sonraki kurlarda hocam olması için dua ettiğim, yüz yıldan fazla bir süredir İstanbul’da yaşayan Levanten Baldini ailesinin simpatico (sempatik) bireyi, mükemmel Türkçesinin yanı sıra l’inglese (İngilizce), il francese (Fransızca) ve il greco (Rumca) konuşan, “İnsanın pasaportunda yazan yer değil, doğduğu yer önemlidir” diye yaşamayı seçtiği İstanbul’a övgüler yağdıran değerli hocam Aldo Baldini;

1993 yılında bir süre çalışıp birikim yaparak geri döneceğim (ama dönemediğim) bella città (güzel şehir) İstanbul’umu bırakıp geldiğim ve 12 yıllık bir uzaklaşma sonrasında kendimi pesce fuor d’acqua (sudan çıkmış balık) gibi hissettiğim Adana’da çevre edinmek ve hayatımı renklendirmek için kendi derlediğim pratik libro di italiano (İtalyanca kitabı) ile haftada iki gün ders verdiğim kurumda tanıdığım ve yoğun istek üzerine haftanın diğer bir gününde üniversitenin folklor derneğine ait bodrum katında İtalyan kültürüne ayırdığımız akşam derslerinde küçük tüpte çay demleyip birlikte chitarra (gitar) eşliğinde İtalyanca şarkılar söylediğimiz üniversite öğrencileri, öğretim görevlileri, iş adamları ve iş kadınlarından oluşan meraviglioso (harika) öğrenci grubum;

İstanbul’da bir yıllık formazione (eğitim) sürecinden sonra IBM Adana bölge ofisinde Sistem Uzmanı gibi iddialı bir titolo (unvan) ile işe başlayıp, ancak uzmanı olduğum düşünülen sisteme bağlı olmadığım için telefonda müşterileri çeneye tutup usta manevralarla arkamdaki kitaplıktan kaptığım kılavuzlardan destek vermeye çalıştığımı duyar duymaz, çömez olduğumu bildiği halde bir ara yazılım ile beni Milano’da kendi sistemlerine bağlayan ve neredeyse sistemi çökertmeme yeten yüksek bir autorità (yetki) vererek kariyerini tehlikeye atan, bana sayısız CD, kitap, dergi ve “Her şeyi bir an önce öğrenmen dileğiyle” diye kapak sayfasını imzaladığı lime lime olmuş I Segreti della Lingua (Dilin Sırları) ortaokul grammatica (gramer) kitabını gönderen eski collega’m (iş arkadaşı) ve başöğretmenim, sevgili dostum Stefano;

Un corso avanzato (ileri düzeyde bir kurs) almak için Roma’ya gittiğimde evinde kaldığım, “Sono tua mamma a Roma” (ben Roma’daki annenim) diye beni bağrına basan, uzun süre sık sık ziyaretine gittiğim, incredibilmente piccola (inanılmaz derecede küçük) olduğu için mağazaların bambini (çocuk) reyonundan giyinen, her gidişimde ölçülerine göre diktirip götürdüğüm kıyafetlerle çocuk gibi sevindirdiğim, Roma akşamlarında evden çıkmak üzereyken giyinip süslenmiş bir halde odasından fırlayıp “Dove andiamo?” (nereye gidiyoruz) sorusuyla beni almaya gelen arkadaşlarıma gözlerini devirten Roma’daki annem Signora Ferri;

Aynı yıllarda İstanbul-Adana uçağında yanımda oturan, çözdüğü penne, fusilli, farfalle, rigatoni ve hayatta duymadığım quadrucci, ruote reginette, nidi di papardelle gibi pasta (makarna) türlerinin sorulduğu bulmacaya beni de ortak eden, sarılarak ayrılırken ısrarla şef Maurizio ile Mersin’de katılacakları Cucina Mediterranea (Akdeniz Mutfağı) günlerine çağıran, toplantılar ve yemek tadımları için git gel yapmayayım diye beni albergo (otel) odasında ağırlayan, Roma’da buluştuğumuzda o güzel yemeklerini bu kez de a casa sua (evinde) ikram eden, üst düzey eğitim ve eğitmenlik dolu özgeçmişini sonradan Internet’te okuduğumda mütevazı kişiliği ile kalbimdeki yeri daha da büyüyen tatlı kadın June di Schino;

Cinque (beş) yıllık IBM kariyerime son verip hayatımda ilk defa okumaya ve çalışmaya due mesi (iki ay) gibi bana göre çok uzun bir ara vererek gittiğim San Diego’nun sereno (dingin) ortamından hayata farklı bakmaya başlayarak döndüğümde beni yeni işim için yüreklendiren, “İlk öğrencin ben olacağım” diye söz veren, daha jet lag’im geçmeden apar topar kiraladığım ofisimde ilk dersine gelirken bu ventitré  (yirmi üç) yıllık süreçte hep masamın bir köşesinde duran ahşap kitap kutuyu hediye eden ve da allora in poi (o gün bugün) her doğum günümde, keserken içinde hediyemi bulduğum indimenticabile (unutulmaz) pasta başta olmak üzere birbirinden güzel, üzerinde İtalyanca dilekler yazılı muhteşem torte (pastalar) gönderen, Pastabahçesi efsanesinin yaratıcısı, harika insan Feride Hanım;

Sizli bizli başladığımız dersleri kısa sürede şahane bir arkadaşlığa dönüştürdüğümüz, evindeki davetlerden kalan lezzetli yiyecekleri la prossima sera (ertesi akşam) şarabımıza katık ederek ders çalıştığımız, a praticare (pratik yapmak üzere) o dönemin popüler sohbet programı MIRC başında Nillina ve Fata takma adlarımızla sabahlara kadar sanal arkadaşlarımızın dertlerine çare aradığımız, şamata yaptığımız ve azıcık ukala bir arkadaşımız bizi “Che ridete?” (ne gülüyorsunuz) diye terslediğinde İtalyanca’da da aynen böyle söylendiğini keşfedip daha beter güldüğümüz, Mario Frangoulis’in muhteşem sesinden dinlediğimiz ve her dinlediğimizde sözleri ruhumuza dokunan Vincerò, Perderò (Kazanacağım, Kaybedeceğim) eşliğinde deniz kenarında yıldızları seyredip hayal kurduğumuz sırdaşım, carissima (çok sevgili) arkadaşım Nilgün;

Boynuz kulağı geçecek korkusuyla uykularımı kaçıran brillante (parlak) öğrencim, cıvıltısı ve muhteşem kahkahaları ile dersleri daha da keyifli hale getiren, il cugino dei miei cugini (kuzenlerimin kuzeni) iken çok kısa sürede kardeşim olan, gittiği her yerden benim seveceğimi bildiği piccoli pensieri (küçük düşünceler) derleyip getiren, bella (güzel) eşi Muazzez ile sokaklarında dans ettiği Barcelona’da dünya evine giren, romantico ama sahilde çekilen gelin ve damat fotoğraflarına bakarken kendisiyle acımasızca dalga geçerek bir anda “Paçalarımı abdest alacakmış gibi çemirlemişim” diyebilen, kızları Mina’yı da kendisi gibi fırlama yetiştireceğine emin olduğum Piccolo Principe’m (Küçük Prens) Faruk;

Benimle lungo (uzun) bir İtalyanca yolculuğuna çıkan, her derse Eros Ramazzotti’den bir canzone (şarkı) dinleyerek başladığımız, iftar sonrası derse geldikleri Ramazan ayında da “Ramazan’da Ramazzotti dinlenir” diyerek bu ritüeli bozmadığımız, düşük not alan diğerlerini yemeğe götürdüğü ve ben her durumda gittiğim için abbastanza spesso (oldukça sık) quiz yaptığım, puanları hesaplanırken amansızca mücadele eden ve mızıkçılık yapan, cıvıtma ve dersi kaynatma eğilimlerine karşı olağanüstü bir resistenza (direnç) gösterdiğim, ogni cinque anni (her beş yılda bir) İtalyanca sevgileri depreşip yeniden başlama isteğiyle ortaya çıkan çocuk ruhlu koca adamlar, ayrılmaz ikili Adnan ve Sabri;

Ortaokulda İngilizce takviyesi için derslere başlayan, huyları aynı yumurta ikizlerini kıskandıracak kadar benzeyen, diğerinin sorduğu dersle ilgisi olmayan bir soruyu circa un’ora dopo (yaklaşık bir saat sonra) aynı şekilde sorarak beni çok şaşırtan, benzer yorumlarıyla güldüren, iki tek çocuk olup kardeşten öte yakın büyüyen, stesso (aynı) liseden mezun olup aynı üniversitede okurken lise arkadaşları dolce (tatlı) Ekin’i de aralarına alıp “Biz İtalyanca’ya başladık” diye müjde vererek beni sevindiren, umido (nemli) yaz sıcağında aksatmadan derslere gelen, bir araya geldiğimizde deliler gibi yediğimiz ve güldüğümüz müthiş ikili Nasperver ve Selçuk;

İtalyanca konuşarak il turco (Türkçe) öğretme hayalimi gerçekleştirmemi sağlayan, işi gereği uzun bir süre Adana’da yaşayan, beni kırmayarak İtalyanca öğrenen öğrencilerimle bir araya geldiğimizde bize katılan, daha sonra bir dönem İstanbul’da çalışıp artık Biella’da yıllarca uzak kaldığı ailesiyle pensionamento (emeklilik) günlerinin tadını çıkaran, “Şunlara bak, biraz spazio (alan) için şimdiden nasıl birbirlerini dirsekliyorlar” diyerek birkaç aylık gemelle (ikiz kız) torunlarının fotoğrafını paylaştığında beni oradan da güldürmeyi başaran, asıl adı Giacomo yerine çocukluğundan beri kullanılan kısa adını tercih eden amichevole (cana yakın) öğrencim Mimmo;

Ödev olarak İtalyanca dergilerden kek ve biscotti (kurabiye) tarifleri verdiğim, mattina (sabah) derslerimizde içtiğimiz aromatizzato (aromalı) kahvelere lezzetli ödevleri ile tat katan, oldukça ileri seviyelere kadar devam eden ve hazırladığım difficile (zor) sınavlarla ogni tanto (arada bir) ifadelerini aldığım, tuttukları örnek defterler ve çalışma azimleri ile benim de heveslenip İspanyolca derslerine başlamama vesile olan, bazı derslerde beni evlerinde en güzel şekilde ağırlayan, çok sevdiğim ve hep özlediğim Maviş, Neval Hanım ve doğacak torunları için İtalyanca öğrenmek isteyen, evlenip Milano’ya yerleşen arkadaşım Esmeray’ın annesi sevgili Zehra Teyze;

İlkokul üçüncü sınıfta İtalyanca’ya merak saran, beni idol olarak görmeye başlayarak disordinato (dağınık) ofis ortamımı kapısına ‘Ülgen ve Busenin Birosu’ yazısı astığı odasında simüle eden, çalışma masasının yanında yere libri (kitaplar) serpen, su ısıtıcıyı daima masasında tutup senza caffè (kahvesiz) ders çalışmayan, arkadaşım Francesco’nun kızı Chiara ile başlattığımız geleneksel mektup keyfini kısa bir süre yaşadıktan sonra “Biz artık mailleşiyoruz” deyip benim hevesimi kursağımda bırakan, “L’elefante, con il grande naso, ha rotto il mio vaso” diye başlayan koca burnuyla vazomu kıran fil ve diğer hayvanlar üzerine yazdığımız eğlenceli şiirler ile içimdeki şairi uyandıran en küçük İtalyanca öğrencim çılgın Buse;

O “Ben artık hocaya gitmem!” diye direnirken, ben ise “İki haftada ne yapabilirim ki?” diyerek çekimser dururken, ikimizi de çok yakından tanıyan ve bu birlikteliğe inanan ortak tanıdığımızın kararlı ısrarı sayesinde tanışıp TOEFL azabına subito (hemen) son verip o gün bugün kopmadığımız, birbirimize her konuda güvendiğimiz, profondo (derin) bilgisi ve sınırsız desteği ile bilgisayarlarımın ömrünü ve hangi birini sayacağımı bilemediğim favori (iyilikler) ve belle sorprese (güzel sürprizler) ile benim ömrümü uzatan, Erasmus öğrenci scambio (değişim) programı ile Abruzzo bölgesinin L’Aquila şehrine gitmeden önce hepsi birbirinden diligente (çalışkan) arkadaşları ile İtalyanca çalıştığımız, başıma gelen en güzel şeylerden biri şirinlik timsali Onur;

Informatica (bilgi işlem) sektöründeki kariyer dönemlerimizin çakıştığı, bilgi işlem müdürü olduğu fabrikada gece bilgisayar sistemlerini kapatıp gigantico (dev) teypler ile yapmak zorunda olduğumuz, beklerken saatlerce dart oynadığımız aggiornamento (güncelleme) çilesi sonrasında all’alba (şafak vakti) bizi evlerimize bırakan, geç haberi olduğu için qualche ripasso (birkaç tekrar) ile açığını kapatıp dershane ve folklor derneğinin dairesindeki İtalyanca derslerime katılan, bugün i miei nipoti (yeğenlerim) Mehmet Cem ve Kerem’in kebap yemek için Adana’ya gelmesine ve nel frattempo (o arada) beni de ziyaret etmelerine vesile olduğu için müteşekkir olduğum 5 Ocak Kebap’ın başarılı sahibi allegro (neşeli) arkadaşım Ersin;

L’angelo (melek), canlı Siri, Allah’ın yeryüzündeki nuru gibi doğaçlama metaforları ve yaratıcı iltifatları ile beni sempre (her daim) gülümseten, egomu al cielo (gökyüzüne) çıkaran, gayet ciddi ve doğal bir tavırla yaptığı muhteşem esprileri, mimikleri ve hareketleri ile gözlerimden yaşlar gelene kadar güldüren, sürprizleri ile şaşırtan, üniversiteyi Milano’da okumaya başlayıp l’italiano yolculuğuna benimle çıkan, okulu bitirip zengin olunca Mediterraneo’da bana ve kendine küçük birer isola (ada) almayı ve Toscana’da bir üzüm bağı alıp birlikte vino (şarap) işine girmeyi düşleyen dolcissimo (çok tatlı) öğrencim, yeğenlerimin kankası ve artık benim de indispensabile (vazgeçilmez) arkadaşım, yeğenim, içinde bir Romeo saklı sevgi böceği Emre;

Ve İtalyanca ilgisi ve sevgisi nedeniyle yıllardır beni bulan, keyifli dersler yaptığımız, belle memorie (güzel anılar) bırakan, köpek sevdalısı bir arkadaşımın bir ortamda beni ‘İtalyan kırması’ olarak tanıştırmasına kadar varan tutku dolu bu süreçte bana eşlik eden tüm diğer öğrencilerim, dostlarım…