Benim tatlı minola ağacım!
Başkalaşan yalnızca biz miyiz? Anche la natura (doğa da) çılgınca değişiyor günden güne. Daha dün akşam gördüğüm sukulentim sabah olmadık bir yerinden çıkan çiçeğiyle günaydın diyor, sonbahar yapraklarının renkleri beni benden alıyor. Balkonda hâlâ güneşle ısınırken, evde doğal gaza geçtik. Dışarıdan yemeyip evde organik beslenmeye devam, hayat doğal akışında ilerliyor yani.
Nisan ayında portakal çiçeklerinin kokusu baş döndürüyordu, adesso (şimdi) o ağaçlar mis kokulu portakal, limon, greyfurt, mandalina, portakal ve mandalina karışımı bir narenciye türü olan minola ile dolu.
Nisan’da narenciye ağaçlarının aslında hep böyle açtığını ama bizim bunun farkında olmadığımızı anladığımız halde, şimdi de “Bu ağaçlar hiç bu kadar meyve vermezdi” diyoruz aynı şaşkınlıkla!
Portakal çiçeklerinden ilham alıp Nisan ortalarında José Mauro de Vasconcelos’un Şeker Portakalı‘nı karıştırmış ve Zezé e l’albero d’arance başlıklı bir yazı yazmıştım. Vasconcelos’un on iki günde yazdığını ama yirmi yıl yüreğinde sakladığını söylediği romanın adı in ogni lingua (her dilde) farklı ama yaşattığı sıcacık duygular her ülke insanı için aynı. Ben bu yazıya başlık seçerken İngilizce adından ilham aldım: My Sweet Orange Tree.
Bugün gururumdan ödün vermeden, come se (sanki) sokağa çıkma yasağı yokmuş gibi, Ferhan Şensoy’un 33 yıldır ara vermeden sürdürdüğü tek kişilik oyunu Ferhangi Şeyler’deki efsane şarkısını mırıldanıyorum: Bugün evden çıkasım yok, telefonu açasım yok! Devamındaki ca cupbap cubpap cubabu capcap nakaratını pek beceremesem de bu şarkı benim mantram oldu bugünlerde. Ferhan Şensoy her oyunda seyircilere de sorardı ne yapasınız yok bugün diye. Şimdilerde ne yapasımız vat ki!
Gündemi kendi tarzında l’umore (mizah) yaparak değerlendirdiği bu muhteşem oyun nasıl bir evrim geçirdi acaba ben izlemeyeli?
Bu hafta sonu evden çıkasım yok, bütün gün uyuyasım var. Zezé’nin dediği gibi insan uyuyunca her şeyi unutuyor. Benim Portuga’ya acılarımızın quanti giorni (kaç gün) süreceğini sorasım yok, cevaptan korkuyorum. Zaten Portuga da acılarının biteceğini söylemiyor ki Zezé’ye en fazla kırk gün derken, kırk gün sonra alışacağını söylüyor.
Bizim kaç kırk günümüz geçti acaba, hesabı şaşırdım. Ben Portuga’ya şunu soracağım, “Acılarımız bitince eski, belki de yeni demeliyim, hayatımıza alışmamız kaç gün sürecek?”
Ben en iyisi uyuyayım tekrar, hatta çocukken ablamla gece yarısı bitmek tükenmek bilmeyen bir ağız dalaşına girdiğimizde annemin hışımla odaya dalıp artık yatıp uyumamız gerektiğini söylerken kullandığı ifadeyle zıbarıp yatayım.
Uyanınca da narenciye sepetimle balkona çıkıp birazcık sarkarak minola toplarım. Depoladığım vitaminle yarını da geçiririm. Neyse, yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz yasak kalkacak.
Hafta içi yasağında sıkıntı yok zaten, ben uykuda oluyorum o saatlerde. Uyurgezerler düşünsün!