Kitap daha da iyi!
İtalyanca’da ancora meglio aslında daha da iyi anlamına gelir, ancak ancora sözcüğünün hâlâ anlamını düşünüp tam (ama hatalı) bir çeviri yaparsak hâlâ daha iyi anlamı çıkar.
Dün Eat Pray Love kitabını şöyle bir karıştırıp hatırlamak için elime aldım ve bırakamadım. Daha giriş yazısından öyle çekti ki beni içine, rileggere (yeniden okuma) kararı aldım. Daha önce okumamış gibi hissettim, unutmuşum. Bence her iki anlamıyla kitap ancora meglio: daha da iyi ve hâlâ daha iyi!
Film veramente (gerçekten) güzel, oyuncular başarılı ve sevdiğimiz oyuncular, görseller harika ve üç ülkeye de gidip o ruhu yaşıyoruz ama kitapta Elizabeth Gilbert samimi ve mizahi anlatımıyla bizi de çekiyor hikâyesinin içine. Doğallığına ve içtenliğine hayran olmamak elde değil. A volte (bazen) en yakınımıza açamadığımız, hatta kendimizden gizleyip yüzleşmek istemediğimiz duyguları, inanç arayışını, kendini iyileştirme çabalarını gayet açık ve net anlatıyor.
Dıştan bakan birinin hiçbir olumsuz yön bulamayacağı yaşantısında kendini içinde bulduğu çıkmazı, kaçma ve kendini kurtarma isteğini çevreyi suçlamadan, aksine çuvaldızı kendine batırarak dile getiriyor. Bence en çarpıcı sahne, alle piccole ore (gecenin geç saatlerinde) New York’ta yeni aldıkları kocaman evin banyosuna sığınıp yerde, dizlerinin üstünde ağlayarak dal Dio (Tanrıdan) yardım dilediği sahne. Ancak işi düşünce yaptığını itiraf ettiği bu yakarışı birbirini izleyen 47 gece boyunca yapmış olduğunu ve bu son yakarışı, ruhunu iyice darmadağın eden 9/11 felaketinden iki gün önce, yani 9/9 gecesi yaptığını filmde anlayamıyoruz.
Artık evli olmak istemiyorum cümlesi adeta il suo mantra (mantrası) oluyor, yaşı geldiği için çocuk yapması gerektiği fikri ise içini daraltıyor çünkü bebek istemiyor. Çalıştığı derginin onu gigantico (dev) bir mürekkep balığı hakkında araştırma yapmak için Yeni Zelanda’ya gönderdiğinde duyduğu heyecanı anlatıp, böyle bir heyecan duyana kadar bebek sahibi olmaması gerektiğine karar veriyor.
İnsanın hayattan ne istediğini ve özellikle ne istemediğini bilmesi, kendini tanıması çok önemli. Tradizioni (gelenekler), sözlü kurallar, ailenin ve çevrenin beklentileri, yaşın gerektirdikleri gibi içsel olmayan, kişinin doğasına aykırı düzenler eninde sonunda patlak veriyor. Tıpkı başarıyla yürütülen ama bir iç sesin sürekli sen buraya ait değilsin diye fısıldayıp huzur kaçırdığı bir lavoro (iş) gibi!
Liz, kitabına Hinduların ve Budistlerin ibadet sırasında kullandıkları, diğer zamanlarda boyunlarına taktıkları 108 boncuklu mantra tespihi japa mala’lardan bahsederek başlamış. Haçlıların per le guerre (savaşlar) için gittikleri Doğudan japa mala’larla ibadet fikrini Avrupa’ya getirip kendi inançlarına göre bir tespih tasarladıklarını yazmış.
Hristiyanların yaygın olarak kullandığı tespihlerde toplam 59 boncuk var. Dört tane iri boncukla ayrılan, her biri on boncuk içeren beş grup ve birleşim yerinden uzayan ipin üzerinde beş boncuk, en uçta da bir haç. Her bölümdeki on boncuk, un decennio (bir on yıl) temsil ediyor.
Liz, il migliore (en iyi) dizilimin geleneksel japa mala’lardaki 108 boncukluk dizilim olduğunu çünkü bu sayının üçün katı üç basamaklı bir sayı olup iki rakamın toplamı olan dokuzun ise üç kere üç olduğunu, üç rakamının tanrısal bir dengeyi temsil ettiğini söylüyor. Yani Allah’ın hakkı üç dediğimiz şey!
Kendisi de bu yolculuğa equilibrio spirituale (ruhsal denge) arayışında çıktığı için kitabını bir japa mala gibi tasarlamayı düşünmüş. Her biri bir japa mala boncuğunu temsil eden 108 öykü yazmış ve üç ülkeye eşit dağıtmış bu öyküleri. Her bölüm numarasının altında da bir boncuk resmi var. O kadar gezmiş, kafayı toparlamış güya ama bu içsel denge ve huzur bulma deneyimini yazarken neler düşünmüş!
Böylece her ülkeye 36 öykü ayırmış oluyor ve sıkı durun, kitabı yazarken tam 36 yaşındaymış. Ancak, bu iki rakamın ayrı ayrı üçe bölünebildiğinin ve toplamlarının üç kere üç dokuz olduğunun farkında değil, ben hemen yakaladım tabii. Ayrıca, birinci rakam üçün bir katı ve ikinci rakam da iki katı, bir ile ikiyi toplayınca kaç eder?
Ben daha aşrama gitmeden bu delirio (delirium, Türkçesi deliriyom) kıvamındayım. Hazır çakralarım bu kadar açılmışken ve yaşımın rakamlarının toplamı üçe bölünüyorken, bizim tespih düzeninde 33’er öyküden oluşan üç bölümlük bir kitap yazmaya başlayayım diyorum cosa ne dite (ne dersiniz)?
Önsöze de bir imame resmi koysam!
Not: İngilizce tespih rosary olduğu için haklı olarak İtalyancasının rosario olması gerektiğini düşünebilirsiniz ama maalesef corona del rosario, insan çekinir eline almaya!
Not 2: Oynatmaya az kaldı demiştim, ciddiye almadınız değil mi? İşte geldi o an! Bu hafta ders yapalım bari de dağılan zihnimi toparlayayım biraz.
Hocam rakamlarla oynamak alzheimer olmayı önleyebilir, abartmadan tabii?
Corona del rosario imameli tesbih gibi mi acaba?
Rosario Katoliklerin dua dizisi gibi bir şey, seri duaları.. corona da taç aslında, duaları taçlandıran şey zahir.. Alzheimer için amen..
Rakamlari okurken acaba icine Devlet Bahceli mi kacti dedim 🙂
İçime bişey kaçtı ama tanımlayamadım henüz, içimden dışarı da keçiler kaçtı.. Ben de hayırlısıyla kaçaydım artık!!!
Hakikaten neydi onun o sayılarla yaptığı çıkarımlar :)))