Va’ dove ti porta il cuore

Yüreğinin götürdüğü yere git!

Kitabın her bölümünde bir gramer konusu anlatıp arada İtalyanca sözcükler geçirdiğim bir yazıya yer vermiştim. Dönüşlü fiillerden sonra sıra bu yazıya geldi. Tam da hafta sonuna denk geldiği için hep birlikte Roma’ya gitsek keşke diye düşündüm.

Siena’da attan inip Çamlıyayla’da eşeğe bindik. Bugün de uçaktan inip motosiklete binelim ve Roma’yı gezelim.

Allora atlayın bakalım!

Il Colosseo

Roma’ya ilk gidişimde, mia sorella maggiore (ablam) ile elimizde tren istasyonundan aldığımız piantina della città (şehir haritası), görülecek her şeyi iki güne sığdırma telaşıyla Ağustos sıcağında oradan oraya savrulduk. Sì, çok şey sığdırmayı başardık ama yedi tepeli Roma da yedi tepeli İstanbul gibi affascinante (büyüleyici) ve sürprizli idi. Kesinlikle tekrar geleceğini bilerek ayrılıyordu insan. Hele de Fontana di Trevi’ye para attıysa!

İkinci gidişimde bir dil kursu ayarlamıştım kendime ve di pomeriggio (öğleden sonra) rahat gezmek için dersleri sabaha almıştım. İlk işim, 1953 yapımı Amerikan filmi Roma Tatili’nden aklımda kalan en canlı karenin çekildiği Bocca della Verità’yı (Gerçeğin Ağzı) görmek için Santa Maria in Cosmedin Kilisesi’ne gitmek ve tabii ki elimi heykelin ağzına sokup una bugia (bir yalan) söylemek oldu. Heykelin yalan söylediğim için elimi kapmayacağını biliyordum ama Gregory Peck’in Audrey Hepburn’ü kandırdığı o sahnenin çekildiği yerde olmak bile yeteri kadar heyecan vericiydi.

Roma’nın simgesel yapılarını görme telaşıyla koştururken tesadüfen karşıma çıkan Bartolucci Oyuncak Dükkânı bana masalsı bir ortamda hoş bir pausa (mola) fırsatı verdi. Çocukken okuduğum ilk kalın kitap olan iri puntolu Pinocchio’nun Maceraları belirdi gözlerimin önünde. Elimden düşmediği için hayli yıpranan ve okumaya ara verdiğimde kaldığım sayfanın üst köşesini büktüğüm, büyüklerden gördüğüm bu hareketi yapabilmek için de spesso (sık sık) ara verdiğim sevgili kitabım Pinocchio.

Kitabın yazarı Carlo Collodi’nin asıl soyadının Lorenzini, pseudonimo (takma yazar adı) Collodi’nin ise annesinin köyünün adı olduğunu, o hiç ayrılmak istemediğim dükkândaki sohbet sırasında öğrendim.

Legno (ahşap) oymacılığına 13 yaşında başlayan Francesco Bartolucci un vero (gerçek bir) Geppetto. Francesco, 1981’den beri Pinocchio kuklaları yaptığını ve kuklalarının bizlere aynı görünmesine rağmen kendisi için her birinin un carattere diverso (farklı bir karakter) olduğunu söylüyor. Dizlerini bükmemekte direnen, gözleri biraz şaşı olan burattini (kuklalar) bugün İtalya’da birçok şehirde, Avrupa’da ve hatta Amerika’da büyük ilgi görüyor.

İlk kuklalarını Marche ve Emilia bölgeleri arasındaki köyünde güneş almayan minik bir atölyede yapmaya başlayan Francesco, atölyesini aydınlatmak için ogni mattina (her sabah) dışarıya küçük ayna parçaları koyarmış. İçeriye sızan ışıkta dans eden talaşları seyrederken mutlaka büyük hayaller kuruyordu çocukluğun sınır tanımayan hayal dünyasında. Bugün ise çocukluk düşlerindekinden de büyük ve aydınlık atölyesinde çalışırken, kuklalarının gittiği evlere luce (ışık) getirmesini diliyor.

Biliyorum artık büyüdüm ama bir gün Pescia’daki Pinokyo Parkını da ziyaret edesim var!

Uçağımdan un giorno prima (bir gün önce), Reha Erus Hürriyet’teki köşe yazısında Roma’da inşaatı süren büyük bir camiden söz etmiş ve yazının sonunda adresini vermişti. “Bu bir segno (işaret) olmalı” diyerek adresi kaydettim hemen not defterime. Ben inşaat halindeki bu camiyi Stanno Tutti Bene filminde görüp şaşırmıştım.

La Moschea di Roma

La Moschea di Roma’nın bulunduğu Monte Antenne’yi şehir haritamda bulamayınca harita kitabımda cadde ismiyle aradım ve gördüm ki Roma’nın kuzeyinde lontano (uzak) bir noktadaydı.

La distanza (mesafe) beni korkutmadığı ama kimseyi benimle gelmeye ikna edemediğim için tek başına düştüm yola. Vardığımda kapılar kapalıydı. Meğer o gün caminin ziyarete kapalı olduğu iki günden biriymiş. Che sfortuna (ne şanssızlık) diye geçirdim içimden ama o cefayı tekrar yaşamamak için görevliye ma sono musulmana diye Müslüman olduğumu hayatımda ilk kez coşkuyla vurgulayarak yakarıp il prossimo giorno (ertesi gün) Türkiye’ye döneceğim yalanını söyledim. Bu gerçek yalanım karşısında Bocca della Verità kapabilirdi elimi, ya da Pinocchio gibi burnum uzayabilirdi.

Bana Moschea di Roma’yı, her bir köşesini ilmek ilmek dokuyan işçiler gezdirdi. Tüm Müslüman ülkelerin sanatının harmanlandığı camide Kütahya çinilerinin önünde fotoğraflarımı çektiler. Türk arkadaşları izinli olduğu için sfortunamente (maalesef) onunla tanışamadım.

Ayrılırken Fas’lı Aziz pesante (ağır) bir kâğıt torba tutuşturdu elime, sonra açmamı söyleyerek. Dayanamayıp otobüse biner binmez açtığım torbada kendi malzemelerinden derlediği rengârenk mosaico (mozaik) parçaları vardı.

İşte ben de sonraki gidişlerimde hep bu şekilde yüreğimin götürdüğü yerlere giderek Roma mozaiğimi tamamladım hafızamda!

Not: Roma’yı tersten okuyun bakayım ne çıkıyor!

“Va’ dove ti porta il cuore” üzerine 4 yorum

  1. Keşke birlikte gezseydik Ülgen, gözümde canlandı heryer..
    Ben de ilk gittiğimde Collesium’u görünce ağlamıştım. Çocukluğumda izlediğim filmlerin etkisiyle tabii, mesela Spartaküs.. Para atmıştım aşk çeşmesine ve bir kez daha gittim?
    amoR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir