Yeniden (bir kez daha) öğrenci olmak ne güzel!
İtalyanca kurslara kayıt olmak ne kadar giusto (doğru, yerinde) bir karar oldu benim için anlatamam. Bu sene de enerjiyi buradan alacağım gibi geliyor. Dokuz hafta boyunca haftada üç sabah bir buçuk saatlik dersim var. Birinde bir dizinin bölümlerini, diğerinde bir kitaptan ödev verilen sayfaları, diğerinde ise her hafta farklı konuda bir makale okuyup özenle hazırlanmış ilgili soruları tartışıyoruz, alıştırmaları yapıyoruz.
Üçü de farklı kurs olduğu için farklı sınıf arkadaşlarım var. Üç kursta da aynı olan bir ben varım bir de tatlı öğretmenimiz. Daha ikinci haftada kaynaştık ve samimi olduk. La settimana scorsa (geçen hafta) arkadaşlarımızdan birisi “Beni ekrandan böyle gördüğünüze bakmayın” diyerek kalkıp karnını gösterdi farklı açılardan. Doğumuna beş hafta kalmış, büyük ihtimalle bebeği de göreceğiz. Bebeğine isim bulamamış henüz, bize sordu. Bir süre erkek ismi aradık birlikte!
O esnada ister istemez gözüm aşağı kaydı benim de! Bende ise penguenli polar pijama altı saklıydı. Üst kısım, yani büst, molto elegante (çok şık) ve bakımlı ama altta pijama! Ancak uyum konusunda hâlâ çok dikkat ediyorum, kendime olan saygımı yitirmedim henüz. Dalmaçyalı polarımı giymişsem, siyah renkte bir üstle kombinliyorum mutlaka. O gün derste herkes kalkıp bir boy gösterse neler görecektik acaba! Ne yapayım benim sabah saatim oluyor onların akşam dersi diye savunmayacağım kendimi, öğlen de olsa akşam da olsa durum bu.
Çok komik anlar da oluyor derslerde ve ben yine herkes gülümseyip susarken gülme krizlerinde bulmaya başladım kendimi. Hocalarımızın değişmez repliği “Gülecek bir şey varsa bize de söyle biz de gülelim” geliyor hep aklıma. Gülünecek şeylere gülmezdik, söylesek de gülmezlerdi ki!
Çok güzel bir uygulama var bu okulda, dördüncü haftadan itibaren istediğimiz kadar derse ücretsiz katılabiliyoruz. Ama le mie opzioni sono limitate (benim seçeneklerim sınırlı) çünkü bu dil merkezi Melbourne’de olduğu için yalnızca onların akşam derslerinin saatleri uyuyor bana. Zaten üç gün dersim olduğu için ancak pazartesi ve salı bana uygun seviyede iki ayrı sınıf yakalayabildim ve beş sabahımı doldurmuş oldum böylece.
Pazartesi dersi maalesef pazartesi sendromu yaşatan cinsten. Bol ödev veriliyor ve insanın gözünün yaşına bakılmıyor. Benim kitabım yok diye yırtarım, dinleyici misafir öğrenci olurum sandım ama hayır, ilgili sayfalar taranıp yollanıyor bana. Ödev yapamayınca elektrikler kesikti derdik ne güzel eskiden, şimdi onu da yemezler herhalde. Geçti o devir! Ders sırasında da all’improvviso (ansızın) soru geliyor ve tabii ki en hazır olunmayan anda, bilmediğiniz yerden. Sözlü sırasında karnıma ağrılar girip zilin çalmasına kaç dakika kaldığını hesapladığım günlere döndüm resmen. Gözüm sürekli bilgisayarın saatine kayıyor vallahi!
Ama öğrenci her yerde öğrenci, yine de çok samimi bir sınıf ortamı var. Geçen gün öğrencilerden biri evlerinin yeni misafiri köpeği ile tanıştırdı. Adını sorduğumda Dante demez mi!
Salı günü ise öğretmen dahil olmak üzere son derece şamata bir ekiple beraberim. Müthiş sıcakkanlı bir tavırla aralarına aldılar beni, sanki da anni (yıllardır) tanışıyoruz. Bazı alıştırmalarda ayrı odalara alınıp ikili veya üçlü gruplar halinde çalışıyoruz. Diğer günlerde de yapılıyor bu ama ciddiye alıyor herkes. Salı grubunda ise bu mini buluşmalarda alıştırmalar dışında her şey konuşuluyor. O esnada odaları gezen öğretmen ise çoktan ele vermiş ipleri, süremiz bitmek üzereyken yirmi sorudan on ikincide olduğumuzu görünce inanamadı ve complimenti diyerek tebrik etti. Daha beşinci soruya gelememiş olanlar varmış!
“İtalyanca konuştuğunuz sürece sorun değil” dedi gayet neşeli. Onda, bazı öğrenciler karşısındaki teslimiyetimi ve rahatlığımı gördüm. Herkesin çok uyumlu ve mutlu olduğu bu sınıf gerçek bir ütopya!
Ödevler sorulduğunda biri gayet sakin, “Ben kamptaydım hafta sonu, elektrik yoktu yapamadım” dedi. Bizim nesilden biri, alışık olduğu bir gerekçeye sığındı. Haftanın iki günü oruç tutup glicemia (kan şekeri) vesaire değerlerini dengelediğini söyleyen ve bunun çok sağlıklı olduğunu savunan bu sınıf arkadaşım, Türk olduğumu duyunca heyecanla Adana kebap konuşmaya başladı.
Sadece şiş kebap veya döner dese bir derece! Doğrudan Adana kebap muhabbetine girip kuyruk yağı kullanıldığını söyleyerek lezzetinin oradan geldiği falan gibi ayrıntılara girdi. O haftanın iki günü tutulan orucun nedenini anladım sanırım. Bir fırsat bulup, uygun bir yakıştırma ile sono adanese (Adanalıyım) dediğimde ise gösterdikleri coşkuyu hiç unutamayacağım.
Adanalı olduğumu söylediğim hiçbir ortamda görmediğim ilgiyi ve sevgiyi Avustralyalı arkadaşlarımdan gördüm!