Kurslarımın sondan bir önceki haftası!
Nasıl geçti anlamadan sekizinci haftayı devirdim. Haftanın beş sabahı beş ayrı sınıfta üç ayrı öğretmenle çok şey öğrendim, eğlendim ve un sacco di amici (bir sürü, bir çuval dolusu arkadaş) edindim. İki hafta sonra yeni dönem başlıyor, beni de ısrarla çağırıyorlar ama iki ay ara verip bir sonraki dönemde katılırım sanırım.
Neden mi? İki haftalık yoğun bir kurs diye yola çıkıp saatleri değiştirmek zorunda kalınca programım da değişmişti. Birden kendimi dokuz haftalık bir kursa dahil edilmiş bulup artan ödememle de yine dokuz haftalık bir konuşma grubuna katılmıştım. Derken Chiara Gamberale’nin karantinanın nei primi mesi (ilk aylarında) yazdığı kitabının okunup tartışılacağı bir kurs açılınca dayanamayıp ona da kayıt olmuştum.
Dördüncü haftadan itibaren de dilediğim kadar ücretsiz derse girme hakkım olunca iki gün de öyle eklendi ve her sabahım doldu. Sabah çok erken uyanırım, hiç sorun olmayacaktı ama benim ciddi bir sorunum var. Şöyle ki, saat kurduğum gecelerde saat başı uyanır, çok delikli uyurum. Delikli uyuyunca da uyumamış gibi hissederim. Ne olur ne olmaz diye de saat kuruyorum mecburen. Saat kurunca daha rahat uyumalı insan ama o da ters işliyor bende purtroppo (maalesef).
Hem öğrenci hem öğretmen olarak iş yükümü idare etmeye çalışırken sürekli de çeviri geldi, Murphy Kanunları ile yönetildim yani iki ay boyunca ve yoruldum haliyle ekran başında. Bir de uykusuzluk!
Sondan bir önceki haftanın her günü daha önce anlattığım gibiydi aşağı yukarı:
Pazartesi sendromu yaşatan gün, sıra en zor soruya gelince hemen su bardağıma sarılıp kendimi güvenceye aldım. Benim bildiğim su içerken serpente bile dokunmaz ama Serena dokundu, o soruyu bana yaptırdı. Bardağı apar topar indirip aldığım koca yudumu zorla yutup soruyu cevapladım, neyse bir haftam kaldı düşüncesiyle kendime dayanma gücü vermeye çalıştım.
Salı sınıfı ütopyalığını koruyor. Bu hafta sınıfın yarısı geldi, dört kişiydik. Dördüncü kişi de bir buçuk saatlik dersin son yarım saatine katıldı. İyi ki gelmiş, o yarım saatte bir mucize yaşadım. Roma tarihinden bir şeylerin anlatıldığı bir video izleyip iki grup halinde odalara ayrıldık. Ben henüz uykum açılmadığı ve anlatılan kişileri hayatımda ilk kez duyduğum için yarım yamalak notlarla bir odada buldum kendimi. Artık nasıl çaresiz baktıysam, çocuk üniversitede Roma tarihi okuduğunu söyleyerek hemen rahatlattı beni. Diğer ikili cevapları bulmak için Google’da debelenirken benim partnerim da memoria (ezberden) tarihleri, kişi ve yer adlarını doldurup soruları tamamladı ve kalan sürede o kişilere dair magazinel bilgiler verdi bana, pek gülüştük.
Bir zoom odasında on dakika da olsa şans yüzüme gülüyor bazen!
Ağzı sulanarak inanılmaz bir heyecanla Adana kebap ve rakı muhabbeti yapan arkadaşımız gelemedi o gün derse. Gönderdiği mesajda, hafta sonu Tazmanya’da dağ bisikletinden düştüğü için yaralarını sarmakla meşgul olduğu gibi komik bir ifade vardı. Düşmesinden çok gelememesine üzüldüm çünkü beni çok güldürüyor, yaralarımı sarıyordu adeta. Geçen hafta bir kumaş mendil çıkarıp dört ucuna düğümler attı ve kafasına taktı, İtalya’da yazın operai (işçiler) öyle çalışırmış. Ders boyunca öyle oturdu, ben de onu gördükçe güldüm. Şimdi Tazmanya’da dağ bisikletiyle doğa turlarına çıktığına bakmayın, kesin daha önceki hayatında pamuk tarlasında çalışan bir ırgattı o!
Pazartesi gününün ödevlerini öğrencim yaşındaki öğretmenimin korkusundan ve salı gününün ödevlerini ise hiç kimse yapmadığı için yine öğrencim yaşındaki öğretmenime hürmetimden yapıyorum.
Çarşamba ödevimiz yalnızca diziden bir bölüm izlemek! Ama beş altı saat önce isteyen yazıcıdan alsın veya baksın diye ders malzemeleri yükleniyor. Benim uykuma denk gelen bu saatlerde dört kişilik sınıftaki iki arkadaşımız her bir detayı çalışıp, diziyi tekrar izliyor ve sorulara hazırlanıyor. Ve continuamente (sürekli) konuşup her lafa atlıyorlar ve hatta biri hiç çekinmeden söz kesiyor. Biz iki zavallıcık fırsat bulursak konuşuyoruz. Zaten bildiğin ve ifade edebileceğin şeyleri söyleyebilecek durumdasın, dinlemeyi bilirsen bir şeyler öğrenirsin belki diyesim geliyor o beni çıldırtan kişiye. Bir de ekranda bize bakmıyor kesinlikle, yana dönük oturuyor.
Delleniyorum ama hırs yaptım, birkaç derstir biraz erken kalkıp ben de her detaya bakıyorum, onu konuşturmama gayretine girdim. Bu hafta, sürekli laf edip hiç sevmiyorum dediği dizi karakteri için yine hakaret niteliğinde sıfatlar kullanınca dayanamadım, ben çok seviyorum, kişiliği ve yaşam tarzıyla tam benim tipim dedim. Kendi adaşı adamı savunuyor sürekli, kız ona layık değilmiş! Bir cinayete odaklanmış gayet seviyeli bir tartışma yürütüyoruz, adamcağıza taktı kafayı. Ben de ona taktım tabii, bir günah keçisi lazım hepimize!
Yine neyse bir haftam kaldı düşüncesiyle kendimi sakinleştirdim. Kavgaya hazırım çünkü!
Perşembe grubu ile Chiara Gamberale’nin karantina döneminde yazdığı kitabını tartışıyoruz. Sekiz kişilik müthiş uyumlu, neşeli ve sevgi dolu harika bir grup. Geçen ders, benim de geçenlerde yayınladığım Periodo Ipotetico konusunu yaptık, eğer şöyle olsaydı böyle olurdu gibilerden cümleleri tamamlıyoruz. Eğer tüm silahlar ……. dönüşseydi …………. olurdu sorusuna kelebeklere diyesim geldi ama çok romantik bulup sustum. Romantik bir adam söz aldı ve silahları gökkuşağına dönüştürüp dünyayı daha güzel bir yer yaptı. Diğer bir romantik adam da silahları aşı şişelerine dönüştürüp tüm dünya insanlarını kurtardı corona illetinden. Dünyadaki bütün altın ………. dönüşseydi ……… sorusuna ben cevap verip dünyadaki bütün altını ikinci bir güneşe çevirip herkesi mutlu ettim! Come i bambini (çocuklar gibi) masum ve şendik, keşke son haftamıza giriyor olmasak!
Haftaya kitabı okuyup tartışan sabah ve akşam grubuna ortak ders yapılacak ve yazarı ağırlayacağız. Diğer gruptan dört, bizden iki gönüllü seçilecekmiş soru sormak üzere. Bizim gruptan ikinci gönüllü çıkmayınca ben volentieri (seve seve) kabul ettim bu görevi. Ben de corona döneminde kitap yazmış bir yazarım sonuçta!
Cuma grubum altın günü gibi, beş kadın öğrenci ve bir kadın öğretmen. Her hafta bir konuda makale okuyup kendi hayatlarımızla bağlantı kuran soruları tartışıyoruz: sokak sanatı, karantina günleri, formda kalma ve diyetler, orman terapisi, bu seneki San Remo polemiği, İtalya’da da yaygınlaşmaya başlayan Chief Happiness Officer (CHO) kavramı, akıllı telefon esareti, seyahat ve konaklama tercihleri, hobiler.
Konular bu minvalde olmasına rağmen, birbirine sabah kahvesine geçen komşular gibi olduk sekiz haftadır. Yaşadığımız bir teknolojik sorun sorulduğunda uzun uzun elektrikli süpürgesine giren örümceği anlatan mı dersiniz, karantina döneminde ördüklerini gösteren mi!
İki ay ekran başında daha az, doğada daha uzun zaman geçirip baharı yaşadıktan sonra bir tur daha yaparım gibi geliyor, vediamo!
Silahların kelebeklere dönüşme fikrine bayıldım ?
Seni yorsa da enerji de verdi bu kurs Ülgen’cim..
Hele de 10 dakikalık yaramaz öğrenci hali?
Altından güneşi de senden başkası zor bulurdu?