Dopo la quarantena

Karantinadan sonra!

Quarantena İtalyanca’da karantina anlamının dışında kırk günlük süre anlamına geliyor, quaranta (kırk) sözcüğnden geliyor. Karantinadan çıkacağız, biraz bocalayacağız başlarda ama dört elle sarılacağız hayata ve sevdiklerimize yeniden. E dopo un certo tempo (belli bir zaman sonra da) anılarımıza dahil olacak tarihe geçecek olan bu günler.

Kaybettiğimizi sandığımız bu qualche (birkaç) aydan kazançlı çıkmak bizim elimizde ve sanırım herkes bu yönde bir düzene girdi. Evden çalışanlar, üretmeye devam eden artisti (sanatçılar), kilerin tozlu raflarından müzik aletlerini yeniden ellerine alanlar, resme başlayanlar (ben mi, yok ben zirvede bıraktım o işi), online kurslardan ve dai libri (kitaplardan) bilgi ve becerilerini geliştirenler, mutfaklarını beş yıldızlı restorana ve balkonlarını muhteşem bahçelere çevirenler.

Sulle mie spalle
Omuzlarımda

Però (ancak) sosyalleşme özlemi dayanılmaz olacak, birbirimizi çok özledik. Geçen gün telefonda “Evden çıkınca ilk sana geleceğim” diye özlemini dile getiren minik öğrencim Emre’ye söz verdim ben de ilk sana sarılacağım diye. Biz çok sarmaş dolaş ders yaparız. İlk derslerimizde hafif yüz göz olmaya başladığımızda “Yok artık, tepeme çıksaydın bari” dedim ve Emre bunu bir davet olarak alıp anında üzerime tırmanıp tepeme çıktı. Da allora (o zamandan beri) rutinimiz oldu bu, her buluşmamızın sonunda ‘tepe’ resimleri ve videoları çekeriz ve hafta sonuna kahkahalarla başlarız. Ay dünyanın, o da benim uydum. Uydusuz kalmış dünya gibiyim şu aralar.

Tempi vecchi
Eski zamanlar

L’anno scorso (geçen yıl) bu günlerde yaptığım bir kolajı gönderdim ona, “Ah ah eski zamanlar” yazmış cevap olarak!

Emre’nin babası Emre arkadaşım. Due anni fa (iki yıl önce) oğlunu tanıştırmaya getirdiğinde baktım sürekli Ülgen şöyledir, böyledir, bak abinin de öğretmeni gibi sözlerle beni övüyor, beğendirmeye çalışıyor. Zaten ben o cin bakışlardan subito (hemen) anladım zorlu bir mülakata girdiğimi, ağzımdan çıkan her lafın müthiş bir beyinde anında analiz edildiğini, kafasına yatmazsa derse gelmeyeceğini. Abisi Emir’le de az hukukum yok: aynı zengin iç dünyayı, aynı pırıltılı zekayı, aynı sevecenliği gördüm o gözlerde, hissettim o duruşta.

Hani bittiğinde her mülakat iyi geçmiş gibi gelir ama sonucu kestiremezsiniz ya, benimki de öyle geçti. Dopo una settimana (bir hafta sonra) ders günü ve saati planlamak için aradıklarında çok sevindim, hayatıma yeni bir colore (renk) gelecekti. Sanırım, “Sen uzaydan gelenlere ders veriyor musun?” sorusuna verdiğim “Ben hep uzaylılarla çalışıyorum zaten, dünyalılarla işim olmaz” cevabımla geçtim mülakatı.

Derslere başlar başlamaz Emre beni eğlendirmek gibi bir misyon edindi. Sık sık “Seni en çok ben mi güldürüyorum?” sorusuyla onay alır. Diğer öğrencilerimle müthiş bir sevgi rekabetinde, ders öncesi ve sonrası rastlaştığı koca abi ve ablalara meydan okur, laf atar.

“Seninle geçirdiği her dakika bu çocuğa çok iyi geliyor” dedi bana bir gün baba Emre. Ben de kendi adıma daima aynı cümleyi kuruyorum her ortamda, “Bu çocukla geçirdiğim ogni minuto (her dakika) bana çok iyi geliyor.”

Emre Jr şimdi enerjisini evde kurduğunu söylediği Survivor parkurunda harcayarak hayatta kalmaya çalışıyor.

Bize iyi gelen ve bizim iyi geldiğimiz sevdiklerimize bir an evvel kavuşup doya doya sarılabilmek dileğiyle!

Not: Öğrencilerimi tepeme çıkardığım doğrudur. Onlar benim başımda tacım, yaşamak için onların sevgisine muhtacım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir