Avventura o comodità?

Macera mı yoksa konfor mu?

La stazione Sirkeci

Üniversitede ablam, onun bir arkadaşı ve ben Interrail ile birkaç Avrupa ülkesini gezmek için ailelerimizden yalvar yakar izin ve para koparıp Sirkeci Garı’ndan düştük yollara. O yıllarda Interrail programı bu kadar kapsamlı değildi, biletler çeşitlenmemişti henüz. Bir aylık tren bileti alıp Avrupa’da sınırsızca gezebiliyordunuz. 26 yaşına kadar gençler ve 60 yaş sonrası yetişkinler için ekonomik ve esnek bir program. O yıllarda yalnızca di seconda classe (ikinci sınıf) kompartmanlarda yolculuk ediliyordu ama tabii ki hiç dert değildi, daha lüks nedir bilmiyorduk ki!

Biz programı biraz daraltıp Akdeniz ülkelerini gezmeye karar verdik, bir yandan da denizin ve güneşin tadını çıkaracaktık. Vizelerimizi aldık, uygun fiyatlarda öğrenci yurtlarında konaklamak için gerekli işlemleri yaptık ve hatta Intership bileti de alarak Yunanistan’dan İtalya’ya con la nave (gemi ile) geçmeyi planladık.

Patras ve Bari arasında gemi güvertesinde seyahat derken, tre ragazze turche (üç Türk kızı) olarak, pratiklikten uzak, kıyafetlerle doldurduğumuz sırt çantalarımız abbastanza pesante (oldukça ağır) olduğu ve bu nedenle yanımıza uyku tulumu almadığımız için güvertede mışıl mışıl uyuyan hemcinslerimize bakıp daha da bir üşüdük. Azıcık ısınmak için arada bir dönüşümlü olarak gemiye inip piyano eşliğinde içkilerini yudumlayan yolculara bakarken iç geçirdiğimi ve nel futuro (ileride) bu lüksü yaşayacağıma dair kendime söz verdiğimi hatırlıyorum.

Tam çeyrek asır sonra, bu hayali gerçekleştirirken ise artık o maceracı ruhu ve salaşlığı, o çok geride kalan, her şeyi dert ettiğimiz ama aslında en dertsiz olduğumuz gioventù (gençlik) yıllarını özlüyordum. O güvertedeki libertà (özgürlük) hissi, art arda yapılan espriler, sebepsiz gülmeler gitmiş, yerini elegante (şık) giyinmenin şart olduğu, her akşam aynı saatte aynı kişilerle aynı masada (biz yedi kişinin de şartlanmış bir şekilde hep aynı yere oturduğumuz) yenilen akşam yemekleri, sürekli zamanla yarışılan lüks crociera (gemi yolculuğu) almıştı.

Ama tabii ki mutluydum yine, bir hayalimi gerçekleştirmiştim. Ben mutluydum ama bir kişinin memnuniyetsizliği ortamın havasını değiştirmeye yetiyordu her zaman olduğu gibi.

Risotto o pilav?

O masada her akşam, biz iştahla zuppa del giornoyu (günün çorbası) içerken “Ayy, çorba gibi değil” diye yüzünü buruşturup tabağını bir kenara iten (ve böylece biz büyük bir beğeni ile kaşıklarken suçluluk duymamıza neden olan) veya risotto yemek üzere heyecanla çatalımıza davranmışken “Ben pilavı böyle yapmam” diyerek ‘kulaklarımı yuvalarından fırlatan’ scontenta (memnuniyetsiz) tur arkadaşımıza baktıkça iç huzuruma şükrettim ve farklı yerler görmek, farklı insanlar tanımak ve farklı yemekler tatmak istemeyen kişilerin niye seyahat ettiğini merak edip durdum.

Benim bildiğim, kendi pilavını ancak kendi evinde yiyebilir insan!

Hangi yoldan gideceğini seçen sensin!

Not: Interrail ile gerçekten de kabaca gideceğiniz ülkeleri ve şehirleri belirleyip gerisini rüzgâra bırakıyorsunuz. Biz dört ülkede on altı şehir gezmiştik, ekonomik olsun diye bazı geceleri trende geçirip çok yorulduğumuz zamanlarda ise hostellerde bile kalmak istemeyerek güzel otellerde kalmıştık.

“Avventura o comodità?” üzerine 2 yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir