Scrivere o non scrivere, è questo il dilemma!

Yazmak ya da yazmamak, işte bütün mesele bu!

Bu dönemde ancak kendi yaşam serüvenimden duygular yakalayabildiğim filmler ve diziler izleyebiliyorum. Ridere (gülmek) veya en azından sorridere (gülümsemek) şart, ağır hiçbir şeye katlanamıyorum. Eskiden, başladığım kitabı veya filmi yarım bırakmak kitabımda yoktu. Sinemada film bittiği an kalkıp giden izleyicilere sinir olur, film hakkında diğer bilgilerin verildiği, emeği geçen herkesin listelendiği son jenerik bitmeden kalkmazdım. Bu kuralım değişmez gerçi ama şimdi evde televizyonda veya internet üzerinden bir film izlerken kapatıveriyorum sarmayınca. Ya da bir kitabın ortasında veya daha ilk sayfalarında vazgeçebiliyorum okumaktan. Şu anda bunu emeğe saygısızlık olarak görmüyorum, sonuçta kendi hikâyemin sonu kötü bitmesin diye uğraş vermekteyim!

L’altro giorno (geçen gün) boş bir zamanımda Netflix’te çılgınca gezinirken ve sürekli bir şeylere başlayıp ilk dakikalarında izlemeyi bırakırken, karşıma 2009 yapımı Amerikan filmi Julie & Julia çıktı. Bir türlü izleme fırsatım olmamıştı, hemen başladım. Filmin on üçüncü dakikasında Julie’nin blog yazmasına dair fikir ortaya atıldığı anda ise artık kesinlikle bırakmayacağım, sonunu getireceğim belli oldu.

Julie, işinin ve her biri ayrı telden çalan ‘çağdaş’ arkadaşlarının verdiği bıkkınlıkla ve hayatından duyduğu sıkkınlıkla, hayran olduğu Amerikalı şef ve yemek kitabı yazarı Julia Child’ın tariflerini paylaşacağı bir blog yazmaya karar verip 365 günlük emozionante (heyecanlı) bir serüvene başlıyor. İki kadının gerçek öyküsünün iç içe anlatıldığı filmin senaristi ve yönetmeni yine tatlı bir kadın, Nora Ephron.

Senaryo, 2004-2006 yıllarında yayınlanan Julia Child’ın otobiyografik kitabı My Life in Paris ve Julie Powell’ın Julie & Julia: 365 Days, 524 Recipes, 1 Tiny Apartment Kitchen adlı kitabından yola çıkarak yazılmış. Filmde ise bu iki kadının yazar olma süreçlerine tanık oluyoruz. Arada bir Meryl Streep’in canlandırdığı Julia Child’ın sesi ve konuşması karşısında fenalık gelse de keyifle izledim ve çok sevdim. Tutto considerato (sonuçta), o arada bir yoklayan fenalık benim bu sürece özel kendi sorunum, Julia ile hiç mi hiç ilgisi yok gerçekten.

Ben Julie’nin ablası olacak bir yaştayım. Cioè (yani) iş ve arkadaş konusunda tercihlerimi çoktan belirledim, benim gibi çağa ayak uyduran ama çağın dayattıklarının esiri olmayan çocuk masumiyetindeki kelaynak dostlarımla mutlu mesut yaşıyorum.

Ancak ben de blog macerama aynen kendime bir yıllık bir hedef biçerek terapi amacıyla başlamıştım. Il mio obiettivo (hedefim), İtalyancasever eski ve yeni öğrencilerime, dostlarıma hediye etmek üzere hazırladığım rehber niteliğindeki butik dil kitabını bu platforma taşımaktı. Kitap içeriğini güncelleyerek, videolarla zenginleştirerek ve kültür notları içeren yazılar ekleyerek bir yıl boyunca blog yazacaktım.

Bu yıl şubat ayında başladım ve tam bir ay sonra corona geldi çöreklendi hayatımıza. Dolayısıyla ruh halim ve yazıların içeriği değişti, blog başka bir şeye evrildi ama bu girişim planladığımın çok daha ötesine gitti bence. Dersler geri planda kalmış gibi görünse de filmler, şarkılar, yazı başlıkları, yazılarda geçen sözcükler ile più cose (daha çok şey) öğrenildi kesinlikle. Başlarda kendimce yazıyor, ilgilenenlerin diğer ilgilenenlerle paylaşacağını düşünüyordum. Kimlerin okuduğunu, ne düşündüğünü, yazıların ne kadar yayıldığını merak etmiyordum. Ama kılı kırk yararak delice emek verdikçe merak da başladı, beğeniliyor mu veya faydalanan çok mu gibilerden!

Julie’nin bir yazısına yorum geldiğinde yaşadığı heyecan çok aşina geldi bu yüzden. Benim yazılarıma da telefonla çok fazla yorum, çağrıştırdıklarıyla ilgili fotoğraf geldi, hikâyeler anlatıldı. Bu çok değerli paylaşımlar, gülüşmeler bizi yaşadığımız kâbustan azıcık da olsa uzaklaştırdı, birbirimize daha da yakınlaştırdı. Scrivendo (yazarak) ruhsal dengemi korumaya çalıştım, bunu ne kadar başarabildim henüz bilemiyorum. Yazma gayretim karşısında ise zaman zaman herhalde gidiciyim, eteğimdeki taşları döküyorum, giderayak bir iz bırakma telaşındayım hissine kapıldım!

Gelen yorumların hepsi arkadaşlarımdan, yakınlarımdan, dai conoscenti (tanıdıklardan). Tanımadığım herhangi birinden tek bir yorum ya da blogun iletişim kısmından soru veya talep içeren mail gelmedi. Bu nedenle bilemiyorum kimlere ne kadar fayda sağladım, ne kadar ilgi gördüm. Blog olayının raconu bu sanırım maalesef. Ama hep yakınlarımdan aldığım şahane yorumlar, sürprizli paylaşımlar ve sevgili arkadaşımın aman yazmayı bırakma, yoksa hepimiz devriliriz çağrısıyla devam ettim, tam devrileceğim anlarda yeniden güç buldum. İlham sizden bereket Allah’tan geldi!

Filmde Julie’nin sürekli kaç günü ve paylaşacağı kaç tarifi kaldığını sayması gibi, ben de kitaptan kalan bölümlerin hesabını yapıyorum. Nel mese di febbraio (şubat ayında) tüm gramer konularını tamamlayıp kitabı online platforma taşımış ve hedefimi gerçekleştirmiş olacağım. Aynı sıklıkta ve uzunlukta olmasa da yazarım yine muhtemelen, isteyen kayıt olup yazılar biriktikçe bültenler yoluyla bildirim alabilir.

Blogun arka planında kullandığım programda yazıların kopyasını alma olanağı yok, yalnızca blogu olduğu gibi buluta yükleyebiliyormuşum ama bunu hiç yapmadım şimdiye kadar. Bir aksilik olur, yazılar uçar diye geçen hafta bir gün boyunca tüm yazıları anam babam usulü (kopyala yapıştır) yedekledim. Naturalmente (tabii ki) o esnada çoğunu tekrar okudum ve hayal kurdum, belki ben de bu dönem yazılarını derler Julie gibi bir kitapta toplarım. Kitabın adını bile buldum şimdiden ama söylemem, sürpriz olsun!

Bir de pseudonimo (takma yazar adı) buldum kendime, sizce Jale nasıl?

İmza günümü de sevgili Merve’nin butik pasta ve yemek evi Julie & Julia’da yapacağım. Fanatik bir Adanalı olduğunu söyleyen Merve, küçücük dükkânına bu ismin çok yakıştığını düşünüyor çünkü usta bir şef olana kadar Julia Child gibi zorlu bir süreç yaşamış. Marka tescilini alarak bu ismi verdiği, taze çiçekler olmazsa olmaz dediği sevimli mekânında misafirlerimizi kendi yemek masamızdaymışız gibi ağırlıyor. Ayrıca evlerdeki özel davetleri de organize edip şeflik yapıyor.

Umarım geçen yıl per un pelo (kılpayı) sarmaş dolaş, dip dibe, mutlu mesut kutladığımız doğum günümü imza gününe denk getirir, yine eski usul kutlarız, amin ve de amen!

İstanbul’da Michelin yıldızlı şeflerle çalışan Merve’nin mutfağı tam da bizim konsepte uygun, İtalyan ağırlıklı. Ancak İspanyol, Osmanlı, Hint veya Meksika mutfaklarından da esintiler de olabiliyor.

Nel nostro menu (bizim menümüzde) İtalyan esintileri olsun, üç yıl birlikte çalıştığı İtalyan şeften lezzetlerle yapalım jübileyi.

Toplantının adı da Julie & Julia & Jale olsun mu?

Not: Merve, ofisimin olduğu sokaktaki, muhteşem eklerleri ve pastaları ile midemi, sıcak dostlukları ile kalbimi fetheden Aslı ve Volkan çiftinin kuzeni. Zarafete ve tatlılığa dair bir fikriniz olsun diye söylüyorum!

“Scrivere o non scrivere, è questo il dilemma!” üzerine 2 yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir