Dante Alighieri

Blogun ilk yazısını, modern İtalyanca’nın temelini oluşturan ve dünya edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen İlahi Komedya’nın yazarı, asıl adı Durante yerine Dante adını kullanan Dante Alighieri hakkında yazmıştım. Yakın zamanda (26 Şubat) güncelleyip tekrar yayınlamıştım. Bugün ise Dante günü için tarihini değiştirip yeniden yayınlıyorum.

Contrariamente alle credenze popolari (genel kanının aksine), İtalyanca yalnızca İtalya’da ve İsviçre’nin güneyinde, İtalyan sınırı boyunca konuşulan bir dil değildir. İtalyanca; İsviçre, Malta, Hırvatistan, Slovenya ve naturalmente (tabii ki) İtalya yarımadasında bulunan San Marino ve Vatikan’da lingua ufficiale’dir. Bu, İtalyanca’nın yaygın olarak konuşulduğu bu ülkelerde resmî bir dil olarak kabul edilmiş olması anlamına gelmektedir. İtalyanca, bu ülkelerin dışında çok sayıda İtalyan göçmenin yaşadığı, yani piccolo (küçük) İtalya’ların bulunduğu Amerika, Kanada, Avustralya, Brezilya, Venezuela, Uruguay gibi ülkelerin yanı sıra Almanya, İngiltere, Belçika ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinde ve hatta Libya, Somali ve Etiyopya’da konuşulmaktadır.

İtalyanca öğrenmeye başlarken anmamız gereken ilk kişi elbette Cehennem, Araf ve Cennet bölümlerinden oluşan, dünya edebiyat tarihinin en önemli başyapıtlarından biri La Divina Commediayı (İlahi Komedya) yazan şair ve siyasetçi Dante Alighieri’dir.

Dante Alighieri
(1265-1321)

Dante Alighieri, bugün konuşulan modern İtalyanca’nın babası olarak bilinir. Dante’nin döneminde edebi eserlerde kullanılan dil çoğunlukla Latince olmasına rağmen, Dante İlahi Komedya‘yı dialetto fiorentino (Floransa lehçesi) ile yazmıştır.

Ama her baba gibi, Dante de çocukları konusunda mükemmeliyetçi ve İtalyanların fiil çekimlerinde hâlâ hata yapıyor olmasından şikâyetçi!

Komedya’yı yazmak için 20 yılımı verdim, İtalyanlar 700 yıl sonra FİİLLERİ ÇEKERKEN  hâlâ hata yapıyorlar!!!

Bugün İtalya’nın farklı bölgelerinde halen birçok farklı lehçe konuşuluyor, ancak 19. yüzyıl İtalya’sında güneyde yaşayan birinin kuzeyde yaşayan birini anlaması bile mümkün değilmiş.

1861 yılında Unità d’Italia (İtalya Birliği) kurulduktan sonra devlet dairelerinde kullanılan, okullarda öğretilen ve günlük hayatta konuşulan tek bir resmi dilin seçilmesine karar verilince, ‘hangi bölgenin konuştuğu İtalyanca resmi dil olacak’ tartışmalarından sonra en güzel İtalyanca’nın Dante’nin kullandığı dil olduğuna karar verilmiş. E quindi (ve böylece) modern, standart İtalyanca’nın temeli Dante’nin İtalyancası olmuş.

T. S. Eliot’un yazdığı gibi “Dante ile Shakespeare dünyayı aralarında paylaşır; bu iki ada eklenebilecek üçüncü bir ad yoktur.” ama neyse ki İngilizler de aynı şekilde Shakespeare İngilizcesini standart dil yapmamış!

Sotto il sole della Toscana

Toskana güneşinin altında!

20. yüzyılın son yıllarından birinde işim gereği Adana’ya geldiğimi ve küçük bir yaşta ayrılıp yıllar sonra döndüğüm için ilk zamanlar pesce fuor d’acqua (sudan çıkmış balık) gibi olduğumu yazmıştım. Arada bir geri suya atlayıp soluklanmak için yemek saatlerinde ofise yakın bir otelin havuzuna kaçardım. Yemek molamız normalde bir saatti ama biz uzak bölgede çalışanlar evde veya dışarıda yediğimiz için un’ora e mezza (bir buçuk) saat süremiz vardı. Hem süremiz daha uzundu hem de İstanbul merkezimizdeki yemekhane ve enfes yemeklerinden mahrum olup kendi yağımızda kavrulduğumuz için ekstra bir para yatardı hesabımıza her ay.

İşte ben de bu vakit ve nakit avantajını havuzda değerlendirirdim. Bizim buralara yaz molto presto (çok erken) geldiği için oldukça uzun bir dönem bu keyifli kaçamağı yapardım fırsat buldukça. İşim gereği sık sık geç saatlere kadar çalıştığım için bazen bu süreyi iki saate çıkarma hakkı bulurdum kendimde. Amerikalı scrittrice (kadın yazar) Frances Mayes’in Under the Tuscan Sun kitabını orada, Çukurova güneşi altında okumuştum. Islanıp ıslanıp kurumaktan oldukça kalındır kitabım, ona baktıkça hep o günleri hatırlarım.

Frances Mayes, Toskana Güneşi adıyla Türkçe olarak da yayınlanan bu anı kitabında, Toskana’da görüp anında sahip olma isteği duyduğu 200 yıllık eski Casa Bramasole’yi satın alma, restore etme ve bu arada İtalyan yaşam tarzına alışma sürecini anlatıyor. Bu eski Toskana evini bir cennete dönüştüren Frances ve suo marito (kocası) Ed, yeni evlerindeki hayatlarını o kadar seviyor ki Bramasole’nin bulunduğu Cortona artık yalnızca yazı geçirdikleri yer değil, asıl memleketleri olmaya başlıyor.

Mayes, bu kültürden aldığı ilhamla, aralarında keyifli bir yemek kitabı da olan, Toskana ağırlıklı olmak üzere İtalya ile ilgili farklı türlerde çok sayıda kitap yayınladı. Inoltre (ayrıca), yine Türkçe’ye çevrilmiş olan A Year in the World (Dünyada Bir Yıl) ve bir anı kitabı olan Under Magnolia da huzurlu evi Bramasole’den çıkan eserleri.

Bramasole, olio di oliva extra vergine

Frances Mayes’i solamente (yalnızca) yazar olarak tanımlamak eksik olur. O aynı zamanda üniversite hocası, şair, gezgin, gurme, amatör mimar ve girişimci bir kadın. Kendi zeytinlerinden ürettikleri Bramasole markalı naturel sızma zeytinyağını, torununun hazırladığını söylediği sito web (web sitesi) üzerinden de pazarlıyor.

Sizi Frances ve Ed ile tanıştırayım:

Bramasole e la vita toscana
Bramasole ve Toskana hayatı

Frances Mayes’in, kitaplarına, blog yazılarına ve yemek tariflerine göz atmak istersiniz belki, web sayfasının adresini de vereyim:

https://www.francesmayesbooks.com

Gelelim benim Bramasole’me! İtalyanca bramare fiili arzulamak, çok istemek (long for, yearn for) demek, yani güneşi arzulamak oluyor Bramasole. Geçen yıl Eylül ayında anne, teyze, abla ve kuzenler olmak üzere altı kadın Alaçatı’ya kaçtık dört gün. Terapi amaçlı bu kaçamağı ben icat edip herkesi tek tek ikna etmiştim.

En zor olan bu ilk adımı geçince organizasyona başladım. İkinci zor adım, herkesin rahat edeceği ve memnun kalacağı mekânı bulabilmekti. La mia preferenza (benim tercihim) olan butik otel fikrini çok demokratik yollardan empoze edip kabul ettirdikten sonra işin en keyifli ama bir o kadar da sorumluluk içeren kısmı kaldı: herkesi kucaklayan bir butik otel bulmak, yani un boutique hotel che abbraccia tutti!

Sotto il sole dell’Egeo
Ege güneşinin altında

Günlerce ince eleyip sık dokuyarak araştırma yaptım ve kendimi dönüp dolaşıp, güzel görsellerini ve hakkında yapılan yorumları çok sevdiğim Bramasole Butik Otel’e bakarken buldum. Tanti anni fa (çok yıllar önce) okuduğum Under the Tuscan kitabının ayrıntılarını ve Frances Mayes’in villasının adının Bramasole olduğunu hatırlamıyordum.

Bu otelin adının, kitaptan uyarlanan filmden ilham alınarak seçildiğini okuyunca giusto (doğru, tamam) dedim zaten çünkü tıpkı Mayes ile Casa Bramasole arasındaki gibi bir bağ oluşmuştu bu şirin otelle aramda. Gerçekten de girdiğimiz andan kapıda uğurlandığımız ana kadar sarmaladı bizi Bramasole ve tatlı ekibi.

Bramasole Butik Otel, otel sahibi çiftin İtalya’da architettura (mimarlık) okuyan kızının eseriymiş meğer ama zaten her bir ayrıntı fısıldıyordu insanın kulağına bunu!

Bu yaz, corona yüzünden vacanze estive (yaz tatili) seçenekleri çok sınırlandı. Bence ev konforunda butik oteller konaklamada tercih edilecek, edilmeli de. Merkeze son derece yakın ama bir o kadar da sessiz ve huzurlu bir sokaktaki on odalı Bramasole Butik Otel’i Alaçatı’ya gitmeyi düşünenlere, Ege güneşi altında Toskana zevkini yaşamak isteyenlere öneririm.

Alaçatı’da bizim Morçatı Kadın Sığınma Evimiz olup ruhumuzu onaran, yalnızca adulti (yetişkinleri) kabul eden Bramasole, her türlü tatil beklentiniz için uygun bir seçenek.

Otel yeni olduğu için TripAdvisor’a yorum yazmamızı rica etmişlerdi. Döner dönmez, yabancılar da okuyabilsin diye, İngilizce bir commento (yorum) yazdım. Şimdi tekrar baktım yorumuma ne yazmışım diye. Seneye Eylül’de tüm odaları ayırtıp oteli kapatacağımı ifade eden çok iddialı bir başlık atmışım, demek ki seneye diğer odalara da misafir bulurum, yine gideriz gibi hissetmişim. Ne bileyim başımıza gelecekleri!

Dal libro (kitaptan) esinlenerek çevrilen ama farklı bir kurgusu olan, benim de geçen sene Alaçatı’ya gitmeden izlediğim Under the Tuscan Sun (Türkçe adı Kızgın Güneş) filmini izlemek isterseniz:

https://www.filmmodu.org/under-the-tuscan-sun-altyazili-izle

Şimdilik balkondan, Çukurova güneşi altından selamlıyorum. İlerleyen günlerde bakarız!

Che tempo fa?

Hava nasıl?

Soru sözcüklerine baktığımız yazıda bu soruyu Com’è il tempo oggi? (Bugün hava nasıl) soru cümlesinde bu şekilde vermiştim. Henüz yalnızca essere (olmak) fiilinin çekimini öğrendiğimiz için böyle sormuştum havanın nasıl olduğunu.

Com’è il tempo?

İtalyanca’da hava durumunu iki şekilde sorabiliriz:

Com’è il tempo? (hava nasıl)

Che tempo fa? (ne hava yapıyor).

Hava nasıl olabilir bakalım:

Il tempo è bello/Fa bel tempo – Hava güzel

Il tempo è brutto/Fa brutto tempo – Hava kötü

C’è il sole

Fa freddo veya freddissimo – Hava soğuk veya çok soğuk

Fa caldo veya caldissimo – Hava sıcak veya çok sıcak

C’è il sole – Güneşli (güneş var)

C’è la nebbia – Sisli (sis var)

C’è vento/Tira vento – Rüzgârlı (rüzgâr var/rüzgâr esiyor)

Tira vento

È nuvoloso/Coperto – Bulutlu/Kapalı

È parzialmente nuvoloso – Parçalı bulutlu

È burrascoso/Tempestoso – Fırtınalı

È piovoso/Piove – Yağmurlu/Yağmur yağıyor

Grandina – Dolu yağıyor

Nevica – Karlı (kar yağıyor)

Edip Akbayram’ı da analım bari Hava Nasıl Oralarda şarkısının nakaratını İtalyanca’ya çevirerek:

Che tempo fa da quelle parti, hai freddo?

Nevica sui miei capelli, non lo vedi?

(Hava nasıl oralarda, üşüyor musun? Kar yağıyor saçlarıma görmüyor musun?)

Nevica sui miei capelli
Saçlarıma kar yağıyor

Sadece kar yağsa iyi saçlara, bir de Rapunzel olma yolundayız hayırlısı bakalım. Kuaför bir terapi merkezidir bizler için, girerken depresif çıkarken manik olduğumuz. Sohbetimizi eder, bol köpüklü kahvemizi içer, sevgiyle uğurlanırız. Orada tanıdıklarla sohbet etmek, tanımadıklarla tanışmak, memleketimden kadın manzaraları izlemek ne de güzeldi.

21. yüzyılın savaş kalkanı reklamıyla sinirimi bozan siperliklerle teker teker girip savaşır gibi saç kestireceksek, saçlarına kar yağmış Rapunzel olarak gezerim daha iyi. İşleri biraz sakinleşsin, kuaförüm bana gelir ve evde keser, boyar saçımı. Kahvemizi içer, sohbet ederiz. Ben de anlamsız cılız tay kuyruğumdan kurtulur, aynalarla barışırım artık.

İtalyanca derslere gelen üçüncü sınıfta minik bir kız öğrencim vardı. Dersleri çizgi filmler, karikatürler ve komik şiirler ile ona göre tasarlamıştım. Ders günleri dışında da gelirdi sıkıldıkça. Bir gün, daha bir bakımlı gördü beni herhalde, “Ülgeeen bugün kendini çok havalı sanıyorsun ama değilsin” dedi gayet acımasız bir tonda. Kalakaldım, öyle sanmıyordum kendimi ama bu ezici iltifatı aldığım an havam değişti, bütün günü özgüvenli ve havalı geçirdim. Küçük kızlar (gerçi bazen koca kadınlar da) sevgiye rekabet karıştırır farkında olmadan. Bu tarz cümlelerde ve tepkilerde bol iltifat gizlidir aslında!

Yaşı yetenler bilir, çok yıllar önce ilk özel televizyon kanalında Hülya Uğur diye çok havalı bir hava durumu spikeri vardı. Ben de onun kapanış dileğiyle bitirmek istedim bu yazımı:

Havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız iyi olsun!

Essere o non essere

Olmak ya da olmamak!

Essere ve avere fiilinin çekimlerini çok rahat kullanabilmemiz gerekiyor çünkü bu iki fiili geçmiş zamanda verbi ausiliari (yardımcı fiiller) olarak kullanacağız.

Avere ile biraz daha pratik yapmak için bu fiilin kullanıldığı deyimsel ifadelere bakalım:

Ho sete
Susadım

avere x anni (x yaşında olmak), avere fame (acıkmak), avere sete (susamak), avere freddo (üşümek), avere caldo (sıcaklamak), avere sonno (uykusu olmak), avere paura (korkmak), avere ragione (haklı olmak), avere torto (haksız olmak), avere fretta (acelesi olmak), avere voglia di (istemek, canı istemek), avere bisogno di (ihtiyacı olmak)

Quanti anni hai? sorusu ile karşımızdakine yaşını sorabiliriz. Tam tercüme edecek olursak, kaç yıla sahip olduğunu sormuş oluyoruz. Karşılığında ho quindici anni, ho vent’anni, ho trentadue anni veya ne ho dieci, ne ho ventuno, ne ho quaranta gibi bir cevap alabiliriz.

Ne İtalyanca’da oldukça sık kullanılan bir particella, yani parçacık. Tam karşılığı olmasa da onlardan gibi çevirebiliriz belki. Kaç yıla sahipsin? sorusuna cevap olarak bende onlardan yirmi tane var demiş oluyoruz.

Sul piatto ce ne erano venti
Sono deliziosi, ne ho mangiati cinque

Bir tabakta 20 kurabiye olsun. “Tabakta onlardan (di quei biscotti) yirmi tane vardı”, “Çok lezzetli, onlardan (di quei biscotti) beş tane yedim” diye aramızda bahsi geçen kurabiyelere işaret edip tekrar kurabiyeler sözcüğünü kullanmayabiliriz.

Bu minik sözcüğü bir de di edadı alan ifadelerde kullanacağız. Avere fiilinin kullanıldığı deyimsel ifadeler listemdeki son iki ifade ile anlatmaya çalışayım.

Ho voglia di andare al cinema diye sinemaya gitmek istediğini söyleyen kişiye, canı gitmek istemeyen arkadaşı Non ne ho voglia diyebilir kısaca. Ne burada sinemaya gitmek eyleminin yerini tutar.

Birisine bir şey anlattıktan veya bir teklif yaptıktan sonra Che/cosa ne dici? veya Che/cosa ne pensi? diye bu konuda ne dediğini veya düşündüğünü sorabiliriz. Ya da teklifimizi doğrudan ne kullanarak yapabiliriz: Che/cosa ne dici di mangiare fuori stasera? (Bu akşam dışarıda yemeye ne dersin)

İş yerinde bunalmışken telefonda tatilinin ne kadar güzel geçtiğini anlatan arkadaşıma iç geçirerek Ne ho bisogno anch’io diyerek benim de buna ihtiyacım olduğunu dile getirebilirim. Uzun uzun tatile gitmeye ihtiyacım olduğunu
söylememe gerek kalmaz, yani non c’è ne bisogno!

Che ne dite di prendere una pausa caffè, bir kahve molasına ne dersiniz?

L’anniversario della morte di Nâzım Hikmet

Nâzım Hikmet’in ölüm yıldönümü!

Nazım Hikmet, 1963 yılının 3 Haziran sabahı apartman kapısında gazetesini alırken kalp krizi geçirdi, hayata veda etti ama ölmedi!

İtalya’da Nâzım Hikmet’i yalnızca yetişkinler tanımıyor. Gün Benderli, Nâzım’ın Giderayak şiirinden esinlenerek adlandırdığı anı kitabında, Livorno’da ziyaret ettiği yakın arkadaşı Bianca Vidali’nin torunu Vittorio’nun 10 yaşına girdiği doğum günü partisinde kendisine yaşattığı şaşkınlığı anlatmış.

Sono contento
Memnunum

Vittorio, Gün Benderli’nin Türk olduğunu anlayınca koşup getirdiği ders kitabından heyecanla Nâzım Hikmet’in Sono Contento şiirinin olduğu sayfayı açmış. Nâzım’n Fevkalade Memnunum Dünyaya Geldiğimden şiirinden ilkokul öğrencilerinin anlayacağı ve onlara yaşam sevinci aşılayacak Dünyayı dolaşmak, görmediğim balıkları, yemişleri, yıldızları görmek isterdim gibi dizelerden derlenmiş bu Memnunum adlı şiiri görmek Benderli’ye kıvanç ve hüznü bir arada yaşatmış.

Derken, oradaki misafirlerden gazeteci Andrea Jardella, kaptan ve makinist yetiştiren Livorno Sivil Denizcilik Lisesi’nin sınıflarından birinin kapısında asılı olan bir Nâzım Hikmet şiirinden bahsetmiş: Ed ecco ce ne andiamo come siamo venutiarrivederci fratello mare. 

Zülfü Livaneli ve Leman Sam’ın sesinden dinlemeyi sevdiğmiz İşte geldik gidiyoruz, hoşçakal kardeşim deniz dizeleri!

Nâzım Hikmet’in en güzel aşk şiirlerini içeren Poesie d’Amore (Aşk Şiirleri) İtalya’da Ferzan Özpetek’in Le Fate Ignoranti (Cahil Periler) filmiyle popolarità (popülerlik) kazandı. 2001 yılında gösterime giren film sonrasında Nâzım Hikmet şiirleri romantik İtalyan erkeklerine ilham kaynağı oldu, kitap İtalya’da halen ünlü kitapçıların raflarındaki yerini koruyor.

İtalya’da Sevgililer Günü hediyesi olarak çok rağbet gören Poesie d’Amore, ilk olarak 1991 yılında İtalya’nın önde gelen yayınevi Mondadori tarafından basılmış. Hatta bu yayınevine geçmeden önce Lo Specchio tarafından 12 kez basılmış olduğu biliniyor.

Orada her baskının 5.000 adet olduğu düşünülürse, bizim için son derece gurur verici ama bir yandan da iç burkucu bir tablo çıkıyor ortaya.

Keşke kendi ülkesinde de bu denli sevilip benimsenseydi grande poeta (büyük şair)!

Benim bu kitabı keşfetmem ise Cahil Periler öncesine denk düştü ama yine de kendimi una fata ignorante (cahil bir peri) gibi hissettiğimi itiraf etmeliyim.

İşi gereği bir süre ailesinden uzak kalıp Adana’da ve daha sonra İstanbul’da yaşayan Türkçe öğrencim Mimmo, bir derse Poesie d’Amore kitabını getirip sevdiği birkaç şiirin Türkçe’sini bulmamı istedi benden. Nâzım’ın sade dilini Türkçe olarak da anlayabileceğini düşünüyordu.

Bu çok sevdiğim şiiri ilk sıraya alarak bir süre derslerimizin konusu yaptık kitabı ve öğrendiğimiz grammatica (dilbilgisi) kurallarını Nâzım Hikmet şiirleri üzerinde tekrar ettik:

En güzel deniz
henüz gidilmemiş olanıdır. 
En güzel çocuk
henüz büyümedi. 
En güzel günlerimiz
henüz yaşamadıklarımız.

Ve sana söylemek istediğim en güzel söz
henüz söylememiş olduğum sözdür.

Ben de bu vesileyle hemen kitabın fotokopisini çektirerek İtalyanca okumuştum şiirleri, sevdiğim dizelerin altını özgürce çizerek ve notlar alarak.

Fakat çevirilerin bu kadar başarılı olmasına hayret etmiştim, şiirleri Türkçe’ye hiç de benzemeyen bir dilde bu kadar rahat okuyup yadırgamıyordum. Biraz araştırıp çevirmen Joyce Lussu’nun Türkçe bilmediğini öğrendiğimde daha da hayrete düşmüştüm.

Meğer İtalyan bir scrittrice (kadın yazar) ve traduttrice (kadın çevirmen) olan Joyce Lussu ve Nâzım Hikmet şiirleri Roma’da yaşadıkları kaçamak bir buluşma sırasında birlikte Fransızca’dan çevirmiş.

Pek duyulmamış olsa da, eldeki verilerle bu aşk hikâyesine inanmamak zor: Karısı Münevver ve oğlu Memet’i İstanbul’da bırakarak ülkesinden kaçmak zorunda kalan, aşka aşık yakışıklı romantik devrimci Nâzım Hikmet ve o sırada Fransa’da sürgünde olan ünlü İtalyan komünist lider Emilio Lussu’nun karısı güzel Joyce Lussu.

Ve tabii ki birlikte çevrilen şiirlerdeki o duygu!

Son olarak, Ruhun bir ırmaktır gülüm dizesi ile başlayan şiirin Lussu için yazıldığı gibi bir magazin haberi vererek kaçıyorum.

La tua anima è un fiume, mio amore

1912-1998

Not: Yarın Joyce Lussu’yu tanıyacağız

Not 2: Tam ben yazıyı yayınlarken sevgili Merih Soylu’dan harika bir fotoğraf geldi. Bir arkadaşı yollamış, etikette Nâzım Hikmet’in şiirini görünce çok şaşırmış

Paylaşmadan edemedim:


Günler gitgide kısalıyor,
yağmurlar başlamak üzre.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın?

Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
Testimde sana sakladığım şarabı
içtim yarıya kadar bir başıma
seni bekleyerek.
Niye böyle geç kaldın?

Fakat işte ballı meyveler
dallarında olgun, diri duruyor.
Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
biraz daha gecikseydin eğer…

Nâzım Hikmet

Lo Shampoo

Günlük, sıradan ve koşuşturma dolu hayatlarımızda durup düşünmeye zaman ayırmadığımız konular, Giorgio Gaber’in penceresinden baktığımızda büyük anlam kazanır çoğu zaman.

Politika ve ağır kavramların bir entelektüel ve hiçbir şey bilmeyen bir kişi arasındaki diyalogda işlendiği Dialogo tra un impegnato e un non so albümünde Lo Shampoo şarkısı hoş bir sürprizdir örneğin.

Son derece bezgin bir sesle söylemeye başladığı Lo Shampoo şarkısının ilk dizelerinde chiuso in casa a pensare (düşünmek üzere eve kapanan), yozlaşmış bir hayat içinde una brutta giornata (kötü, çirkin bir gün) yaşayan bir adam görüyoruz. Non c’è niente da fare ve non c’è via di scampo (yapacak bir şey ve kaçıştan başka yol yok) diye düşünen adam banyo yapmaya karar verir.

Una strana giornata (tuhaf bir gündür) ve non si muove una foglia (bir yaprak bile kıpırdamaz). Kafası pamukla doldurulmuş gibi olduğu ve hiçbir istek duymadığı için per forza (kesinlikle) bir şampuan yapması gerektiğini düşünür.

İşte bu andan itibaren şarkıdaki ruh hali değişmeye başlar. Shhh su sesi ile birlikte bu sesin olduğu fiillerle (scende l’acqua, scroscia l’acqua) suyun indiğini, aktığını duyuyor, adeta suyu üzerimizde hissediyoruz.

Derken calda, fredda, calda diye suyun sıcaklığı ayarlanıyor ve giusta diye doğru ısı yakalanıyor.

Sırada şampuan seçimi var. Keyfi yerine gelmeye başlayan adam, kırmızı ve sarı şampuana bakarken quale marca mi va meglio diye hangi markanın kendisi için daha iyi olacağını soruyor ve questa (bu) diyerek birinde karar kılıyor.

Su ve şampuan bir araya gelince tabii ki schiuma (köpük) çıkmaya başlıyor ve şarkı daha da neşeli bir hal alıyor. Yumuşacık, beyaz, hafif hafif gibi sıfatlarla betimlenen köpük, kaymağa ve kara benzetiliyor.

Burada duygusallaşan karakterimiz, konuşarak köpüğün iyi bir şey olduğunu söylüyor ve köpüğü üzgün ve yorgun olduğumuzda başınızı okşayan, kocaman beyazlar içinde bir anneye benzetiyor.

Lo Shampoo

Una brutta giornata
chiuso in casa a pensare
una vita sprecata
non c’è niente da fare
non c’è via di scampo
mah, quasi quasi mi faccio uno shampoo.

Uno shampoo?
Una strana giornata
non si muove una foglia
ho la testa ovattata
non ho neanche una voglia
non c’è via di scampo
devo farmi per forza uno shampoo.
Uno shampoo?
Scende l’acqua, scroscia l’acqua calda, fredda, calda…
Giusta!
Shampoo rosso e giallo, quale marca mi va meglio?
Questa!

Schiuma soffice, morbida, bianca, lieve
lieve sembra panna, sembra neve.
La schiuma è una cosa buona, come la mamma, che ti accarezza la testa
quando sei triste e stanco:
una mamma enorme, una mamma in bianco.
Sciacquo, sciacquo, sciacquo.

Ben burada şarkının su sesleri ile biten ilk bölümünü verdim. İkinci bölümde antiforfora (kepeğe karşı) şampuanın meglio (daha iyi) olduğuna ikna olduğunu dile getiren il Signor G, yine aynı özelliklerinden dolayı köpüğü insanın içini temizleyen saf bir şeye, süte ve ardından da kutsal bir şeye benzetiyor.

Şimdi bu şarkıyı Giorgio Gaber’in sesinden dinleyip ona eşlik etmeye ne dersiniz?

Not: Yazının girişinde koşuşturma dolu hayatlarımızdan bahsetmem tuhaf, bu tarz bir hayat nostaljik gelmiş olabilir, bu yazı kitabımdan

Fare uno shampoo (bir şampuan yapmak) her zaman iyi geliyor insana, karantina uzadıkça şampuan sıklığı artıyor!

Il Signor G

“Dove esistono una voglia, un amore, una passione, lì ci sono anch’io”
(Arzu, sevgi ve tutkunun olduğu her yerde ben de varım)
Giorgio Gaber

İtalya’da Il Signor G lakabıyla tanınan Giorgio Gaber, 64 yıllık yaşamına çok şey sığdırmış bir şarkıcı, besteci, söz yazarı, yorumcu, oyuncu ve oyun yazarıydı.

15 yaşında bir kaza sonucu elini aktif olarak kullanamamaya başlayan Giorgio, bir doktorun önerisi üzerine fizik tedavi amacıyla gitar çalmaya başlayıp hayatını adayacağı tutkusunu keşfetmiş.

Giorgio Gaber, İtalyan toplumunun ve politik hayatın gerçeklerini ironik, felsefi ama son derece sade ve sahici bir dille yansıtmıştır tüm albümlerinde, oyunlarında, televizyon şovlarında.

Il Signor G, özgün kişiliği ve sanatçı kimliğiyle kısa sürede kitlelerin sevgilisi olmuş, büyük bir iz bırakmıştır ülke halkının gönlünde.

İtalyan çocuk öyküleri yazarı Gustavo Roldán’ın 2010 yılında yayınlanan Il Signor G adlı kitabının öyküsü çölde geçiyor. Signor G hiçbir şeyin olmadığı, hiçbir şeyin büyümediği, her şeyin sonsuza kadar hareketsiz olduğu küçük bir köyde yaşar.

Bir gün Signor G’nin aklına tuhaf bir fikir gelir, daha doğrusu delice bir fikir: fazla sessiz olan köylerine birazcık müzik getirmek için çölde bir çiçek ekmek. Bilge komşular, çölde çiçek yetişmeyeceğini ve çiçeklerin müzik yapmayacağını bildikleri için Signor G’nin gerçekten çıldırmış olduğunu düşünürler.

Ancak, çok güzel bir bakım sayesinde harika bir çiçek açar ve çok sayıda kuş oraya üşüşür. Ve bu kuşlar, şarkılarıyla köy halkına müzik ve neşe getirirler.

“Signor G bir ülkede doğdu, büyüdü ve hep orada yaşadı.

Büyük bir sessizliğin sarmaladığı bir ülke”

Dal libro di Gustavo Roldán

İtalya’yı, ülkemizi ve tabii ki tüm dünyayı en kısa zamanda yeniden müziğin sarmalamasını diliyorum ve bu dileğimi evrene gönderiyorum!

Not: Dün sabah Ekrem İmamoğlu’nun (Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu için kısaca Il Signor B diyebiliriz) benzer ifadelerle Askıda Fatura uygulaması başlattığını, daha doğrusu benim Spesa Sospesa yazısını yazarken o anda konuyla bağlantılı veriverdiğim adı duyunca çok şaşırdım. Proje isminin telif hakkı bende falan diye çirkefleşmeyeceğim şu kriz ortamında, pijamamın cebindeki parayı bile harcayamadığım bir dönemde rant peşinde değilim. Çocuk iyi şeyler yapıyor aferin, hevesini kırmak istemem. Zaten bu aralar uğraşmadığı bir ben eksiğim

Ben haddimi bilerek asıl işim olan öğretmenliğe dönüyorum. Bu hafta derslerde ilerleyelim madem biraz!

Riferimenti e titoli

Hitap şekilleri ve unvanlar!

Tanımadığımız veya resmî olarak hitap ettiğimiz erkeklere Signore, kadınlara Signora ve genç kızlara Signorina diye hitap edeceğiz.

Un profumo dal Signor Ferragamo

Eğer kişiye soyadı ile hitap etmek istiyorsak Signor Bianchi, Signora Verdi ve Signorina Prodi diyebiliriz.

Bir kişiye doğrudan hitap etmeyip ondan üçüncü şahıs olarak bahsediyorsak articolo kullanmamız gerekiyor (il Signor Ferranti, la Signora Rossi, la Signorina Panciera).

Erkek çoğul olarak kullandığımız zaman ise evli bir çiftten bahsetmiş oluyoruz (i Signori Angeli).

Soyadı kullanmadan ise kişilerden il signore, la signora ve la signorina diye bahsedebiliriz (quella signora è un’insegnante di fisica)

Presidente, architetto, avvocato, dottore/dottoressa, professore/professoressa, ingegnere, direttore, senatore gibi meslekler de soyadı ile birlikte, unvan olarak bu hitap tarzları gibi kullanılır.

Ancak Signor Bianchi örneğinde olduğu gibi dottore, professore, ingegnere, direttore ve senatore sözcüklerinin son harfi olan –e düşer
(Dottor Leone, Ingegner Passini, Senator Ruggini).

Benzer şekilde, il mare (deniz) sözcüğü bir deniz adı verirken değişir (il Mar Mediterraneo, il Mar Rosso, il Mar Caspio, il Mar Nero, il Mar Egeo).

Marmara Denizi ise il Mar Marmara gibi bir tekerleme değil, il Mar di Marmara.

A proposito (bu arada), dottore ve dottoressa sözcükleri (ve unvanları) aynı zamanda üniversite mezunu erkekler ve kadınlar için kullanılıyor, insana doktora yapmış hissi veriyor!

İtalyan yönetmen Pietro Germi’nin 1966 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü Un homme et une femme ile paylaşan komedi filmi Signore e Signori’den qualche scena (birkaç sahne):

Dal film Signore e Signori di Pietro Germi
Pietro Germi’nin Signore e Signori filminden

Sırp-İtalyan oyuncu Desanka (takma adı Beba ) Lončar niye güldüğü sorulunca Non lo so diyerek nedenini bilmediğini söyleyip Perché ridi tu? (sen neden gülüyorsun) diye soruyor.

Bilmem bu size de oluyor mu ama benim başıma pek sık gelmeye başladı artık. Sinirler hayli (yani highly) bozuk ve evet bir de ridere senza motivo è contagioso (sebepsiz gülmek bulaşıcıdır)!

Not: Bu arada, bir kalabalığa hitap ederken İtalyanca’da da bizdeki sırada söyleniyor, Signori e Signore

Devamını bilen bilir ama bilmeyenler için söyleyelim, Baylar Bayanlar, merdivenden kayanlar!

Dieta GM

GM Diyeti!

Kadınlar genellikle güzellik ve formda kalma sırlarını, hatta bazen pasta tariflerini bile paylaşmaz ama corona paylaşmayı öğretti bana. Artık ayna ayna söyle bana demiyorum, zaten aynaya da bakmıyorum.

Tek dileğim sizleri yeniden görebilmek ve bu nedenle karantina bittiğinde evlerimizin kapısından sığıp çıkabilecek bir ebatta ve kanatlarımızın taşıyabileceği bir ağırlıkta olmamız!

Bu nedenle, hazır evdeyken rahatça yapabileceğiniz 7 günlük GM diyetimi yazayım dedim bugün. Ben bu diyeti beş yıl önce keşfettim. Bir buçuk ay sonra gideceğim bir yaz tatili öncesinde kış ağırlığını atmak istiyordum ama çok az zamanım vardı.

Google’a çaresizce çok kısa sürede nasıl kilo verebilirim gibi samimi bir soru sordum. İngilizce sordum, daha fazla ve güvenilir seçenek bulup kendime uygun olanını seçmek için. Ve şansıma karşıma benim için en uygun olan diyet planı çıkıverdi. Hem de ABD Tarım Bakanlığı ve FDA’nın desteğiyle geliştirilip John Hopkins Araştırma Merkezinde test edilmiş GM Diet!

80’li yıllarda General Motors’un çalışanları için geliştirdiği söylenen ama kökeni tam olarak bilinmeyen sağlıklı bir detoks diyeti. Ben hemen sarıldım bu diyete çünkü kibrit kutusu kadar peynir gibi belli saatlerde belli ölçülerde bir şeyler yemeyi dikte etmiyordu. Gayet lezzetli, esnek bir diyetti, kafama yattı.

Il primo giorno: İstediğiniz zaman, istediğiniz miktarda muz hariç meyve, daha etkili sonuç için bol kavun, meyve suyu (succo di frutta) yok, 8-10 bardak su

Il secondo giorno: İstediğiniz zaman, istediğiniz kadar sebze, tercih sırasına göre çiğ, haşlanmış ve ızgara, ben yemiyorum ama yiyecekseniz sadece sabah bir adet haşlanmış patates, 8-10 bichieri di acqua

Il terzo giorno: Yine serbest miktarlarda ve saatlerde meyve ve verdure (sebze), 8-10 bardak su, meyve suyu yok

Il quarto giorno: Potasyum takviyesi için 6 büyük veya 8 küçük muz ve 3 bardak tercihen yağsız latte (süt), 8-10 bardak su

Gün boyu yarım bardak sütle yarım muz gayet tok tutuyor, isterseniz öğünlerde birer muz olabilir, önemli olan yatmadan acıkmamak için hemen tüketmemek hakkınızı, sona bir muz saklayın.

En sevdiğim, en zahmetsiz gün. Bu kadar uzun yazmamdan bellidir. Muz sevmeyenler için bir alternatif görmüştüm bir yerde ama neydi hatırlamıyorum. Bu güzelim meyveyi sevmeyen varsa ceza olarak kendi bulsun!

Il quinto giorno: Bir büyük kase haşlanmış pirinç (varsa kahverengi, yoksa sorun değil), 5-6 büyük pomodori (domates) veya 12-14 cherry domates, ürik asit fazlalığını dengelemek için 10-12 bardak su, vejetaryen değilseniz pirinç yerine makul miktarda yağsız kırmızı veya beyaz et (250-300 g) olabiliyor

L’insalata di riso
Pirinç salatası

Il sesto giorno: Yine una ciotola di riso (bir kase pirinç) veya et, serbest miktarlarda ve saatlerde sebze, 8-10 bardak su

Il settimo giorno: Preferibilmente (tercihen) pirinç veya yine et, serbest miktarlarda ve saatlerde sebze, 3-4 bardak taze meyve suyu, 8-10 bardak su

Günlerin sırasını değiştirmemek gerekiyor unutmayın. Bir de acıkmayı beklemeden sürekli atıştırmak öneriliyor. İlk gün biraz halsizlik ve/veya kahvesizlikten baş ağrısı olabilir, geçiyor.

Gün boyu yeşil çay veya bitki çayı içebilirsiniz, kahve yok ama detoks olsun demezseniz abartmadan şekersiz çay ve sütsüz kahve olabilir. Ben günde bir fincan azıcık demli çay ve bir Türk kahvesi içiyorum. İlk denememde bir damla dahi çay veya kahve içmemiştim. Ama şimdi bu keyfi esirgemiyorum kendimden!

İlk yaptığımda et seçeneğini bilmediğim için hep pirinç yedim, beşinci gün biraz acıkıp kaçamak biraz daha pirinç yemiştim. O gün için et planlasanız daha iyi olur bence.

Bir hafta sonunda aniden mucizevi bir kilo kaybı oluyor, sanki bir heykeltıraş gelip yontmuş gibi uyanıyor insan son sabaha. Güzel ödem attırıyor, yağ yakıyor, cilt ve uyku düzeni üzerinde çok etkili. Kaybedilen kilo kişiye göre değişe de 4-6 kg civarında olacaktır. Ve asıl güzel olan, bu şekilde de doyduğunuzu, gün boyu ne kadar gereksiz atıştırdığınızı anlıyorsunuz ve bu farkındalık oldukça uzun sürüyor. Yani hemen eski düzene geçilip kilo alınmıyor.

Grazie al mio metabolismo (metabolizmam sayesinde) çok iştahlı olmama rağmen daha önce bir kez bile rejim yapmamıştım. Hiç işkence çekmeden, sevdiğim lezzetlerle özgürce umduğumdan fazla kilo verince, üç hafta sonra daha esnek bir uygulama ile bir tur daha yaptım ve gayet özgüvenli bir şekilde tatilime gittim.

Bir gram bile veremeseniz dahi, kendinizi bu süre içinde alacağınız kilolardan, bol miktarda tüketeceğiniz antioksidanlar sayesinde coronadan korumuş olacaksınız!

Not: Beş yıldır her bahar yapıyorum bu diyeti. Bir ay arayla tekrarlayabilirsiniz. Başımıza gelecekleri öngörüp karantinaya girer girmez yapmıştım. Şu an ikinci turun beşinci günündeyim.

Bir de karantinadan çıkmadan yaparım herhalde: giriş, gelişme sonuç!

Attacchiamoci alla vita
Hayata tutunalım

Spesa sospesa

Askıda market alışverişi!

Caffè Sospeso (askıda kahve) yüz küsur yıl önce Napoli’de başlamış olan bir gelenek, bir sosyal sorumluluk projesidir. Bir bar‘da kahve alırken fazladan bir fincan kahve için daha ödeme yapıp tanımadığınız, yoksul birine kahve ısmarlayarak kahve keyfinizi artırmanın, anlamlandırmanın yoludur.

Mettici il cuore
Yüreğinizi koyun

Bizde de askıda ekmek olarak yaygınlaşmış, askıda kahve olarak denenip pek oturmamış ve hatta 80’li yıllarda Karadeniz’de askıda çorba adıyla benzeri uygulanmış bu projeyi İtalyanlar şimdi Spesa Sospesa adıyla süpermarketlerde uyguluyor. Market alışverişini yapıp çıkan müşteriler fazladan aldığı bir ürün paketini süpermarketin dışındaki büyük kutuya bırakıyor, ihtiyacı olanlar gidip o kutudan istediklerini alabiliyor.

Veren elin alan eli görmediği bu uygulama bizde de başlatılsa ne güzel olur aslında. Ama bir örgütle bağlantılandırılıp ömrümüzün kalan kısmını evden daha dar, balkonsuz bir hapishanede geçirmek zorunda kalabiliriz. En iyisi, bu fikri sızdırıp ‘onlar’ akıl etmiş gibi uygulamaya sokmalı!

Siamo angeli con un’ala soltanto e possiamo volare solo restando abbracciati

Luciano de Crescenzo

(Tek kanatlı melekleriz, yalnızca birbirimize sarılarak uçabiliriz)

Blog yazmaya yeni başladığımda 16 Şubat’ta hakkında yazdığım ve ondan iki gün önceki Buon San Valentino yazımda çok sevdiğim bu sözünü paylaştığım Luciano de Crescenzo’nun Caffè Sospeso adında bir kitabı var. Crescenzo, bu eğlenceli kitabında çok sayıda makalesini bir araya getirmiş ve anekdotlara yer vermiş.

Kitabın arka kapağında bu geleneğin başlangıcını şöyle anlatmış Crescenzo:

«Quando un napoletano è felice per qualche ragione, invece di pagare un solo caffè, quello che berrebbe lui, ne paga due, uno per sé e uno per il cliente che viene dopo. È come offrire un caffè al resto del mondo…»

Napoli’de herhangi bir nedenle mutlu olan bir kişinin, yalnızca kendi içeceği kahve yerine biri kendi, diğeri de daha sonra gelen müşteri için olmak üzere iki kahve için ödeme yaptığını söylüyor. Bunun al resto del mondo (dünyanın geri kalanına) bir kahve ikram etmek gibi olduğunu ekliyor.

Un napoletano, ‘bir Napolili’ demek ama yukarıda Napolilinin demek zorunda kalmamak için öyle çevirdim.

Bu söyleşide ise yine kitabının adı olarak seçtiği caffè sospeso ifadesini all’umanità (insanlığa) sunulan bir kahve olarak açıklıyor.

Netflix’te Caffè Sospeso adında güzel bir belgesel var, izlemediyseniz hoşunuza gidebilir.

Ben de bu vesileyle, çok hoşuma giden, altı genç girişimcinin özveriyle yürüttüğü bir çalışma olan Bi’Komşu uygulamasına kanat vermeniz için bolletta sospesa (askıda fatura) çağrısı yapayım.

İster size yakın bir yerde, bulunduğunuz ilde ve ilçede, ister Türkiye genelinde istediğiniz türde ve miktarda bir veya birkaç faturayı ödeyip ihtiyaç sahibi bir aileyi mutlu edebilirsiniz.

https://bikomsu.com/

Ben bir su faturası ödeyerek başladım, alışkanlık oldu. Telefonu elime aldıkça bankaya girip küçük borçlar kapatmaya başladım.

Kendi faturalarımı ödeyemez hale gelip Destek Ver yerine Destek Talep Et butonuna dokunmaya başlamadan durmam gerek!